Freud'un tanımladığı "haz ilkesi" çocuğun yaşamının erken dönemlerinde her şeyin merkezindedir. Küçük çocuk, istediğini elde ettiğinde haz alır; engellendiğinde ise öfke ya da hayal kırıklığı yaşar. Bu oldukça doğal bir süreçtir. Ancak ego gelişimiyle birlikte, çocuk yavaş yavaş hayal kırıklığına tolerans göstermeyi öğrenir. Hep kazanmak isteyen çocuklarda bu tolerans gelişmemiş ya da gelişim sırasında zedelenmiş olabilir.
Winnicott'un "yeterince iyi anne" kavramı, burada önemli bir yer tutar. Yeterince iyi ebeveyn, çocuğu her zaman kazanan bir pozisyonda tutmak yerine, onun küçük hayal kırıklıklarını güvenli bir ortamda yaşamasına izin verir. Çünkü kaybetme deneyimi, çocuğun hem gerçeklikle hem de kendi sınırlarıyla barışmasını sağlar. Eğer ebeveyn sürekli olarak çocuğun önündeki engelleri kaldırıyor, her kaybını telafi ediyor ya da aşırı övüyorsa, çocuk gerçek dünyanın "kaybetme" gerçeğine karşı kırılgan kalır.
Psikanalitik açıdan bakıldığında, kazanma ihtiyacı çoğu zaman "bastırılmış yetersizlik duygusunun" telafisidir. Çocuk, kaybın yaratacağı değersizlik hissinden öylesine korkar ki, bu hisle hiç karşılaşmamayı seçer. Kazandığı her yarış, bu içsel boşluğu geçici olarak doldurur. Ancak bu doyum kalıcı değildir; bir sonraki oyunda tekrar kazanma zorunluluğu ortaya çıkar. Böylece, görünürde yüksek özgüven gibi duran şey aslında kaygıyla örülmüş kırılgan bir benlik saygısına dönüşür.

Erken çocukluk deneyimleri bu süreçte belirleyici olabilir. Sürekli olarak kardeşleriyle kıyaslanan, koşullu sevgiye maruz kalan ya da "başarı" üzerinden onaylanan çocuklar, kazanmayı sevgi ve değer görmeyle eşdeğer hale getirebilir. Bu da, oyun alanından başlayarak akademik hayata ve sosyal ilişkilere kadar uzanan bir rekabet döngüsünü besler.
Bu çocuklar için kaybetmek, yalnızca oyunun sonucu değil, kimliklerine yönelik bir tehdit olarak yaşanır. Kaybettiklerinde yoğun öfke, ağlama krizleri, kendini suçlama ya da diğerlerini suçlama davranışları görülebilir. Bu noktada ebeveynin tepkisi kritik önem taşır. Kaybettiğinde çocuğu teselli etmekten öte, bu deneyimi duygusal olarak birlikte taşımak, "kaybetmenin sevgiyi azaltmadığını" hissettirmek gerekir.
Tabi ki, kazanmak istemek doğaldır; sorun, kazanmanın tek amaç haline gelmesindedir. Psikanalitik kuram bize şunu gösterir: Hep kazanmak isteyen çocuklar, aslında içten içe kaybetmekten korkan çocuklardır. Onların ihtiyacı, her zaman birincilik kürsüsünde olmak değil, kaybettiklerinde de değerli ve sevilebilir olduklarını hissetmektir.

Çocuğun kaybettiğinde hissettiği hayal kırıklığını hemen yok etmeye çalışmayın. Onunla birlikte oturun, duygusunu adlandırın: "Şu an üzgünsün çünkü kaybettin. Bu normal. Böylece kaybın tehlikeli olmadığını öğrenir. Kazanamadığı oyunun yasını tutmak en doğal hakkı.
Başarı ve sevgi arasındaki bağı koparın. Çocuğa yalnızca kazandığında değil, hata yaptığında, yarışı kaybettiğinde ya da başarısız olduğunda da sevildiğini gösterin.
Sohbetlerinizde sonuca değil sürece odaklanın. "Bu oyunda en çok hangi kısmı sevdin?" ya da "Hangi stratejiyi denedin?" gibi sorularla kazanmanın ötesine geçin.
Sadece yarışma odaklı değil, iş birliği gerektiren oyunlar oynayın. Takım olma, paylaşma ve yardımlaşma becerilerini pekiştirin.
Çocuklar, ebeveynlerinin hayata bakışını taklit eder. Siz kaybetmeye nasıl tepki veriyorsunuz? Onun yanında kendi hayal kırıklıklarınızı sakinlikle yönetmeniz, en güçlü modeldir.
Fotoğraflar: iStock