Kezban Arca Batıbeki'nin kapısını araladığınızda, bir evin ötesinde; sanatın, hatıranın ve objelerin iç içe geçtiği bir dünyaya adım atıyorsunuz. Kendi eserleriyle birlikte yıllar içinde biriktirdiği parçalar, sanatçının üretim pratiğini yansıtırken yaşam alanını da müze gibi inşa ediyor. Koleksiyonerliği için, estetik bir meraktan ziyade bir hafıza kurgulama biçimi diyebiliriz. Batıbeki'nin evi, geçmişle bugünü, nitel ve nicel yargıların sınırlarını bulanıklaştırıyor. 13 Eylül'de MERKUR'de açtığı yeni sergisiyle, bu çok katmanlı yaklaşımı bir kez daha görünür kılıyor. Kadın, doğa ve sessizlik etrafında şekillenen işleri, resimden videoya farklı disiplinleri buluşturuyor. Batıbeki, hem koleksiyonculuğu hem de sanatıyla; belleği sorgulayan, yaşamın en küçük detayını bile sanatın parçası haline getiren bir yaratıcı olarak karşımıza çıkıyor.
Sanat yolculuğunuz 40 yılı aşkın bir süredir farklı medyumlar arasında gelişiyor. Bugün hâlâ üretime başlarken sizi en çok heyecanlandıran, o ilk kıvılcımı yaratan şey nedir?Sanırım bazı kişisel özelliklerim beni dinamik kılıyor. Yenilik ve değişikliklere açık bir yapım var. Çok yolculuk etme fırsatı bulduğum için her an yeni bir ilgi alanı, yeni bir malzeme keşfedebiliyorum. Üzerinde çalıştığım medyumdan ya da içerikten sıkıldığım anda; fotoğraf, yerleştirme ya da Video Art gibi başka bir medyuma atlayıp kaçma fırsatım var. Yani sözünü ettiğiniz kıvılcım her an her yerde çakabiliyor. O noktada elimdeki iş, şekil değiştirmeye başlarken ben de konuyla ilgili malzeme toplamaya, düşünmeye ve araştırmaya başlıyorum.

"Sound of Silence" sergisi sessizlik, doğa ve kadın arasında kırılgan ama güçlü bir bağ kuruyor. Sessizlik sizin için nasıl bir ifade alanı yaratıyor?
Çocukluklarından itibaren kadınlara; sessiz olmaları, duygularını paylaşmamaları, kısacası görünmez olmaları öğretilen ve dayatılan bir ülkede yaşıyoruz. Kadına yönelik şiddet giderek artıyor ve sessiz çığlıklar görmezden geliniyorken, bu konuya değinmemek mümkün değildi sanki; işlerim doğal akışı içinde bu yola girdi. Kadın olarak, eşitsizliği hissederek yaşamak, dünyanın her yerinde zor bence.

Çalışmalarınızda sıkça rastladığımız kadın figürü, hem kişisel hem de kolektif belleğin taşıyıcısı gibi görünüyor. Sizce bugün Türkiye'de kadın olmak, sanatınızda nasıl bir yankı buluyor?
Evet her ikisi de! Kendimi ve hemcinslerimi iyi ve kötü yanlarımızla iyi tanıyıp yorumladığımı düşünüyorum. Aslında hepimiz temelde aynı sıkıntılı ortamı paylaşıyoruz ama sıkıntı yaşadığının farkında olmadan uyum sağlayan, boyun eğen ya da sıkıntı yaratan da çok kadın var. Bu sergide; sesini duyurmanın farklı yolları da olduğunu; işaret diliyle yazdığım, yardım isteyen simgesel kelimeler ve şiirsel alıntılarla vurgulamak istedim. Resimde yazının gücünü de kullanmayı seviyorum. Sanırım grafik eğitimi almamdan kaynaklanan bir getiri bu.

Resimlerinizde doğa ile kadın arasında kurulan ilişki, eko-feminist bir söylemi de çağrıştırıyor. Doğa sizin için yalnızca bir metafor mu, yoksa kişisel bir deneyimin uzantısı mı?
Ekofeminizm teorisi; doğanın tahrip edilmesiyle, kadınlar üzerindeki toplumsal baskının, orantılı ve bağlantılı olduğunu savunurken, kadın ve doğayı ayrılmaz bir bütün olarak görüyor. Aslında daha çok metafor ama doğru. Okudukça ben de kadın ve doğanın ezilmesi arasında küçümsenmeyecek bir ilişki olduğunu gördüm. Ataerkil düzen; doğaya da kadına davrandıkları gibi davranmış, çağlar boyunca onu fethetmeye, kontrol altına almaya çalışmış. Ben de bu teori üzerine yeni bir seri üretmeye odaklandım.
Siyah-beyazın keskinliğini yalnızca seçili renklerle kırmanız, izleyicide güçlü bir duyusal etki bırakıyor. Renk kullanımını nasıl bir strateji olarak belirlediniz?
Bir boyama kitabı içerisinde gezinircesine süregelen, kontrollü, dışarıdan müdahalelere açık bir yaşamı anlatmak istedim. Bu resimlerimde; çevreden müdahale edilerek yönlendirilen, siyah beyaz bırakılan, istenilen renklerle renklendirilen veya boş bırakılan ya da yok sayılan yaşamlar var. En özgür figür olarak da kuşları seçtim. Fonda yer alan ses enstalasyonu da sergiyi tamamlayan bir öge oluyor.

MERKUR'deki bu yeni sergiyle birlikte izleyicinizden nasıl bir karşılık, nasıl bir yankı bekliyorsunuz? Sessizliğinizin nasıl duyulmasını isterdiniz?
Halen süregelen "Kezban'ın Nadire Kabinesi" adlı sergimde, izleyicinin dört aydır, eksiltmeden gösterdiği ilginin, sesimin duyulduğu anlamına geldiğini düşünüyorum. Aynı ilginin, MERKUR'de de süreceğini umuyor ve bekliyorum. Sergilerimin birbirini takip eden söylemleri var çünkü. Bu kez resim tekniği tamamen farklı olsa da bir öncekinin anlamını bütünleyecek yaklaşımı izleyicinin ayırt edebileceğine eminim. Ayrıca MERKUR'ün sergi alanını, farklı bir kurulumla bölüp, yine farklı bir aydınlatma ve ses enstalasyonuyla bu sergiye özgü bir atmosfer yaratacağım için heyecanlıyım.

Serginizde ağız, saç, megafon gibi tekrar eden semboller dikkat çekiyor. Bu imgeler sizin için bireysel mi, yoksa kolektif bir dilin parçaları mı?
Bence bireysel başladı ama çok tekrar ettiğim için zaman içerisinde bana özel bir lisana da dönüştü sanırım. "Saç"; güçlü bir kadın simgesi olarak resimlerimde her zaman vardı. Bu saçların renkleri veya formlarıyla oynayarak kadınlarımın kimliklerini güçlendirdiğimi ve kompozisyonlarda kendime özel bir dil oluşturduğumu düşünüyorum. Genelde kendi gözlerimin görsellerini kullandığım "Göz-Korku" kolajları, ara ara farklı serilerde gerektikçe ortaya çıkarlar. "Nadire Kabinesi"ndeki enstalasyonumda ilk kez kullanmaya başladığım "Ağız-Çığlık" kolajları, içerik gereği bu sergide yoğunlaştı ve tabii "Megafon" tümüyle bu sergiye özgü bir simge olarak alfabeme girdi.
Eşinizle birlikte sanat koleksiyonu dışında farklı koleksiyonlarınız da var, içerikleri hakkında bilgi alabilir miyiz?
Evet eşimle toplamayı seviyoruz. Yolculuk tarihlerimizi genellikle gittiğimiz şehirlerdeki antika ve bitpazarlarının açılış günlerini denk getirecek şekilde planlarız. Aileden kalan ya da daha önce edinilmiş nesnelerin benzerlerinin bulunup alınmasıyla başlayan birikimler zamanla koleksiyona dönüşüyorlar. Sanat dışında yaklaşık 14 farklı koleksiyonumuz var.

Uzun sanat yolculuğunuzda sizi derinden etkilemiş ya da bugün hâlâ dönüp baktığınız bir sanatçı, yazar ya da düşünür var mı?
Olmaz mı, saymakla bitmez! Aslında o kadar çok ki müzelere her gittiğimde yeni sergilerin yanı sıra eski koleksiyonlara da tekrar tekrar bakmaktan büyük keyif alıyorum. Van Gogh'a, Magritte'e ve Frida'ya bayılırdım, çok geç bir tarih belki ama 80'li yıllarda Warhol'u, Lichtenstein ve Rauschenberg'i tanıdım, Sevgi Soysal (Tante Rosa), Sevim Burak (Yanık Saraylar) gençlik yıllarımda beni çok etkilemişlerdi. İkisi de kadın olarak Türkiye'de yetişmiş çok özel yazarlardır. Hepsi ve daha birçoğu için duygularım asla değişmez. Ama yeni sanatçılardan da sevdiğim çok isim var.

Kendi pratiğinizden yola çıkarak, sanatın hem kişisel hem de toplumsal düzeyde dönüştürücü gücünü nasıl tanımlarsınız?
Ben gerçek sanatçıları samimiyetleriyle değerlendirme taraftarıyım. Kişi neyse, ortaya çıkardığı işin de kendisinin, düşüncelerinin, yaşamının bir devamı, yansıması olması gerektiğine inanıyorum. Alıcının beğenileri, ticari yaklaşımlar ya da dönemsel politik akımlara yönelik iş üretmeyi samimiyetsiz buluyorum. Benim ürettiğim işler; çevremin, toplumun, evimin, yaşam biçimimin ve hayata bakış açımın bir yansımasıdır. Dolayısıyla eğer sanatçı olarak bir gücüm varsa, bunu ancak samimiyetimle açıklayabilirim.

Yeni serginizde teknoloji ve doğa arasındaki gerilim de görünür hale geliyor. Siz teknolojiyle bireysel olarak nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Teknolojik gelişmelere açığım ama teslim olma taraftarı değilim. Yeri geldikçe seve seve kullanıyorum. Örneğin 2021'deki sergim için hologram kullanmıştım. Fotoğraf ve Video Art zaten teknoloji desteği gerektiren mecralar. NFT de yaptım. Yalnız AI (yapay zeka) olayının abartılmış halini sevmiyorum. Onlar bence sabun köpüğü gibi, Instagram ortamında zevkle izleyip, arkadaşlarımıza gönderdiğimiz, ama hiçbir zaman sanat eserleri kategorisine giremeyecek geçici işler. Nerede duracağını bilememiş, AI kullanmalara doyamamış işlerden oluşan sergilere girmiyoruz bile artık.
Önümüzdeki sürece dair paylaşmak istediğiniz gelecek planlarınız var mı?Her zamanki gibi planlarım var tabii, ama bunlar gerçekleşmeden söz etmeyi doğru bulmuyorum. "Sound of Silence" Kasım ayına kadar sürecek. Sonra biraz yolculuğa çıkar ve ardından her zamanki gibi çalışmaya devam ederim.