Jenny Saville'ı "İnsan bedenine dair algımız o kadar keskin ve sezgisel ki, en küçük bir bedensel ipucu bile tanıma duygusunu tetikleyebilir" sözleriyle ve kendi bedeni dışında yürümeye teşvik eden tablolarıyla tanıyoruz. Zaten işlerinde ilk bakışta tanıdık gelen bir görüntü, birkaç saniye içinde tüm konforunu yitiriyor. Çünkü Saville'ın resimlerinde hiçbir şey kolayca anlaşılır değil. Her katmanın altında başka bir doku, her figürün içinde başka bir hikâye var. Tuvallerine yaklaştıkça gerçekçilik ile soyutlama arasında gidip gelmeye teşvik ediyor. Görsel olanla sezgisel olan arasında sıkışmış hisleri ayyuka çıkarıyor.
Daha temele inersek Saville'ın bedenle kurduğu ilişki aslında çocukluğuna kadar uzanıyor. Resimle erken yaşta tanışmış olsa da onu esas etkileyen şey bedenin anlatı potansiyeli. Gömleğin altında tek bir kütleye dönüşmüş göğüsler, klasik resimlerdeki kaslı figürler ya da plastik cerrahların müdahale ettiği dokular ayırt edilemez derecede Saville'ın resme yaklaşımında eşit derecede önemli. Çünkü Saville figürü sadece tasvir etmek yerine onu sürüklüyor, itiyor, bozuyor, yeniden kuruyor.
Yağlı boyayla yaptığı çalışmalarda et, neredeyse canlıymış gibi titreşiyor. İzleyiciye mesafe bırakmayan bir yakınlıkla, doğrudan yüzleşme çağrısı yapıyor. Kısacası estetikten ziyade gerçeklikle ilgileniyor. Süslenmiş bir gerçekliğin ötesinde kanayan, fazlalıklı, sarkan, sıkışan bir bedenle "insani" kavramları benimsemek önceliği oluyor.
İşte bu yaklaşımın yıllara yayılan birikimi, 20 Haziran'da Londra'da açılan "Jenny Saville: The Anatomy of Painting" sergisinde büyük bir açıklıkla karşımızda olacak. 7 Eylül'e kadar Ulusal Portre Galerisi'nde devam edecek olan sergi, Saville'ın 45 eserini bir araya getirirken yalnızca figüratif resme getirdiği yorumları değil, aynı zamanda kendi beden algısıyla, sanat tarihiyle ve izleyiciyle kurduğu diyaloğun evrimini de gözler önüne seriyor. Sergi bir retrospektif gibi yapılandırılmış olsa da zamansal düzenden çok, düşünsel akışa göre şekillenecek.
Bir tablo bir diğerine doğrudan cevap vermese de aralarında güçlü bir tensel bağ var. İlk dikkat çeken işlerden biri, Saville'ın Glasgow Sanat Okulu'ndan mezun olduktan sonra yaptığı büyük ölçekli nü figürler. Bu figürler sanatçının adını duyurmasına sebep olmuştu çünkü o zamana kadar çağdaş resimde bu kadar doğrudan, kaba ve dürüst bir bedensel temsil nadir görülmüştü. Saville'ın figürleri güzel olmaya çalışmıyorlardı. Zaten "güzel" tanımına da oldukça mesafeli bir yerde duruyorlardı. Ne idealizeydiler, ne de kendilerini açıklamak zorundaydılar. Ama sergi yalnızca bu ilk dönem işlerle sınırlı değil. Yıllar içinde Saville'ın pratiği daha da derinleşmiş, karmaşıklaşmış. Özellikle plastik cerrahlarla geçirdiği süre boyunca bedenin "yapılabilirliği" fikrine daha çok yaklaşmış.
Resimlerinde bunun karşılığı, bozulmuş, yeniden yapılmış, iç içe geçmiş figürlerde kendini gösteriyor. Aynı anda hem doğurgan hem yıpranmış, hem güçlü hem kırılgan olan bu figürler, bedenin sabitliğine dair tüm önyargıları paramparça ediyor. Sergideki işler arasında dolaşırken, boya kadar önemli olan bir başka katman da çizim. Saville'ın kömürle yaptığı büyük ölçekli çalışmalar, sanki bir röntgen görüntüsü gibi bedenin içini açma güdüsünde. The Anatomy of Painting, isminin de önerdiği gibi yalnızca biçimsel değil, kavramsal bir çözümleme sunuyor.
Fotoğraflar: National Portrait Gallery