İngiliz çocuk psikiyatristi Donald Winnicott'a göre, bu beceri bir çocuğun duygusal sağlığının ve içsel dünyasının en önemli göstergelerindendir. Winnicott'a göre çocuğun yalnız kalabilme kapasitesi, temel güvenli bağlanma deneyiminin bir sonucu olarak gelişir. Birincil bakımverenin "yeterince iyi" olduğu, çocuğun ihtiyaçlarını zamanında karşıladığı ve ruhsal olarak onunla "orada" olduğu bir ilişkide çocuk, zamanla bakımverenden ayrı kaldığı anlarda da kendini güvende hisseder. İşte bu güven duygusu, çocuğun kendi başına oyun kurabilmesini, iç dünyasına dönmesini ve yaratıcı süreçlere girmesini mümkün kılar. Yalnız kalmak burada bir terk edilme değil, çocuğun kendi varlığını hissettiği, sınırlarını tanıdığı bir içsel alan yaratma biçimidir. Winnicott'un meşhur kavramlarından biri olan "good enough mother" çocuğun yalnızlıkla başa çıkma becerisinin zeminini hazırlar. Çocuk, önce annenin yanında yalnız kalmayı öğrenir. Ardından onun fiziksel yokluğunda da içsel temsiliyle bağlantıda kalmayı başarır. Bu deneyimler, bireyin hayat boyu kullanacağı bir içsel sağlamlık alanı inşa eder.
Ancak dijital çağda bu içsel alanlara yeterince zaman tanınmıyor. Boş zamanlar, sıkıntı anları ve durağanlık, hemen bir ekranla dolduruluyor. Halbuki çocukların sıkılması gerekir. Sıkılmak, çocuğun içsel kaynaklara yönelmesi için bir çağrıdır. Bu çağrıya hemen dijital bir cevap verildiğinde çocuk yaratıcı çözüm aramak yerine hazır ve dışsal uyarıcıya yönelir. Böylece yalnızlıkla değil, sürekli uyarılmayla baş etmeye alışır.
Ekran kullanımı bir süre sonra yalnız kalma kapasitesinin yerine geçen bir regülasyon aracı haline gelir. Oysa gerçek duygusal düzenleme, kişinin kendi içinde geliştirdiği yollarla sağlanır. Yani çocuk sıkıldığında ne yapacağını bilmediği anlarda ekran sunmak, çocuğun sıkılmayla baş etme becerisini değil, o duygudan kaçma refleksini pekiştirir. Bu da zamanla hayal kuramayan, kendi başına oyun yaratamayan, yalnız kaldığında içsel gerginlik yaşayan çocuk profiline zemin hazırlar.
Yalnız kalabilmek, çocuğun hem kendiyle baş başa kalabilmesi hem de duygularını taşıyabilmesi önemlidir. Winnicott'un ifade ettiği gibi, bu beceri bir gelişimsel kazanımdır ve her çocuk için sabırla desteklenmesi gerekir. Ekranlar, her ne kadar dış dünyayı açıyor gibi görünse de, çoğu zaman çocuğun iç dünyasından uzaklaştırır.
Yaz tatili, çocukların yalnızlık kapasitesini desteklemek için güzel bir fırsattır. Sessizliklere, sıkıntılara ve boşluklara alan açmak; çocuğun içsel gücünü tanımasını sağlar. Ebeveynlerin, çocuklarının her sıkıntı anına çözüm sunmak yerine, onlarla birlikte "katlanılabilir yalnızlıklar" yaratması, duygusal büyümenin en büyük katkılarından biridir. Çünkü çocuklar, yalnız kaldıklarında içlerinden bir dünya kurmayı öğrenirler. Ve o dünya, onları hem kendilerine hem hayata bağlar.
Yalnız kalma kapasitesi çocuğun yaşına, karakterine göre farklılık gösterebilir. Örneğin; 0-2 yaş döneminde çocuklar, birincil bakımverenin fiziksel varlığına bağımlıdır. "Yalnız kalabilme kapasitesi" bu yaş için fizyolojik olarak mümkün değildir. Ayrılma kaygısı 6–18 ay arasında zirvededir. Kısa anlık ayrılıklar (örneğin: başka bir odada birkaç dakika kalmak) küçük adımlarla tolere ettirilebilir. 3-4 yaş döneminde çocuk artık bakımverenin zihinsel bir temsiline sahiptir (Winnicott'un deyimiyle "geçiş nesneleri" bu dönemde belirginleşir). Yalnız oyun kurma süresi: 5–10 dakika. Hayali arkadaşlar veya oyuncaklarla canlandırmalı oyunlar görülür. Kendi başına resim yapma, küplerle oynama gibi aktivitelerde kısa süreli odaklanma gelişir. Bu yaşta yalnız kalabilme kapasitesinin temeli, çocuğun dış dünyaya duyduğu güven kadar, iç dünyasında kurduğu oyunla bağlantılıdır. Bu dönemde çocukların hayatında ekran olmamasını bu sebeple istemiyoruz. 5–6 yaş çocuğu artık "sıkılmak" gibi bir duyguyu deneyimleyebilir ama baş etme stratejileri sınırlıdır. Kendi kendine hikâye kurabilir, hayal gücünü kullanarak oyun alanı yaratabilir. 10–20 dakika süresince yalnız, sessizce oyun kurabilir. Ancak bu yalnızlık "terk edilmişlik" gibi hissettirmemelidir. 7–9 yaş döneminde yalnız kalma kapasitesi artar çünkü çocuğun zaman algısı gelişir (örneğin: "20 dakika sonra geleceğim" denildiğinde bekleyebilir). İçsel konuşma gelişmiştir; sessizce düşünür, kendi içinde hikâyeler, planlar kurabilir. Kendi başına kitap okuma, yazı yazma, yapboz tamamlama gibi odak gerektiren işler yapabilir. Kendi başına kalmak bazen bir ihtiyaç hâline gelebilir ("Biraz yalnız kalmak istiyorum" diyebilir). Bu yaş grubunda "yarı yapılandırılmış boşluklar" yaratmak önemlidir. Yani "canın sıkılırsa bu kutunun içindeki malzemelerle bir şeyler yapabilirsin" gibi seçenek sunmak işe yarar.
10–12 yaş ise içsel dünya ile dışsal dünya arasında denge kurma çağıdır. Yalnız kalabilme sadece oyun değil, düşünsel üretim de içerir: mektup yazma, hayal kurma, çizim yapma, yalnız yürüyüşler gibi. Ebeveynleriyle fiziksel teması azalsa da zihinsel bağa hâlâ ihtiyaç duyarlar. Sıkılmaya tahammül, duygusal olgunluğun artmasıyla birlikte gelişir. Bu yaşta yalnız kalmak, çocuğun benlik farkındalığını artırır. Günlük yazma, doğa gözlemleri, plan yapma gibi faaliyetler içsel yaşamı derinleştirir. "Kendinle zaman geçirmek neye benziyor?" gibi sorularla çocuğun bunu tanımasına yardım edebilirsin.
Yalnız kalabilme kapasitesi, doğuştan gelen bir özellik değil, zamanla ve destekle gelişen bir beceridir. Ekransız geçirilen zaman, bu beceriyi besler. Her yaşın gelişimsel özelliklerine saygı duyarak, çocukların sıkılmalarına, beklemelerine ve iç dünyalarıyla kalmalarına alan açmak; onları duygusal olarak daha güçlü, yaratıcı ve dayanıklı bireyler hâline getirir.
Fotoğraflar: iStock