ANTİKA TUTKUNU BİR MODA DUAYENİ YILDIRIM MAYRUK

arım asırı aşkın deneyimi ile Türk modasına damgasını vuran, bir ailede üç nesli birden giydiren bir tasarımcı Yıldırım Mayruk... Türk insanını defile kavramı ile tanıştıran modanın duayenlerinden biri... Aynı zamanda bir antika tutkunu olan Yıldırım Mayruk ile 11 Nisan’da Pera Mezat aracılığıyla gerçekleşecek “Yıldırım Mayruk Anılar Müzayedesi” öncesi Gümüşsuyu’ndaki atölyesinde buluştuk.

ABONE OL
14 Nisan 2015 Salı 17:07 | Son Güncellenme:
34 dakika okunma süresi
ANTİKA TUTKUNU BİR MODA DUAYENİ YILDIRIM MAYRUK

Yıldırım Mayruk, yarım asırlık deneyimi ile Türk modasına damgasını vuran bir tasarımcı, kendi deyimiyle dikişin detaylarını iyi bilen bir “terzi”... Aynı zamanda bir antika tutkunu... Yıllardır hem evinde hem de atölyesinde topladığı eserleri günü geldiğinde satışa çıkaracak kadar da kararlı ve cesur... Nasıl ki yıllar öncesinde geldiği İstanbul’da cesur bir kararla kendine bir atölye kurmaya karar verdiyse şimdi de atölyesini küçülterek daha sakin bir hayata yönelmeye karar veren Yıldırım Mayruk ile 11 Nisan’da Pera Mezat Müzayedecilik tarafından Dedeman Otel İstanbul’da gerçekleşecek “Yıldırım Mayruk Anılar Müzayedesi” öncesi Gümüşsuyu’ndaki atölyesinde buluştuk. Yıldırım Mayruk’un yaşam yolculuğuna eşlik eden eşyalarından dünya modasına, Pera’dan Paris’e uzanan keyifli bir sohbet yaptık. 

Moda kadar büyük bir tutkuyla karşılaşıyoruz atölyenize girdiğimiz andan itibaren... Antika tutkunuz nasıl başladı?
Bir asker emeklisinin 60 yaşından sonra doğmuş çocuğuyum. Dolayısıyla benim büyüdüğüm evde böyle bir şey yoktu. Bu tutku, Beyoğlu’na ilk atölyemi açtığım zaman iki üç sene sonra aynı apartmanda üç daireyi birden kaplayan bir atölyem olması ve orada güzel bir ortam yaratmaya karar vermemle başladı. İlk aldığım parça şu anda yatak başı yaptığım bir varaktı. Bu şekilde yavaş yavaş bir tutku başladı. Bir ara bakır koleksiyonu yapmaya başladım sonra o çok yer tuttuğu için ondan vazgeçerek büyük resimler almaya başladım. İlk aldığım resim iki tane portre idi. Hepsini neden aldığımı bugün gibi hatırlıyorum. Mesala burada gördüğünüz abajurları Como’dan aldım. 9 tane bir otelden çıkmıştı, tam da buraya uygun oldu. 

Zaman içinde değişti mi hep böyle aldıklarınız? 
Ben sofraya çok meraklıyım. Çok gurme biri değilim belki ama güzel bir sofrada yemek yemek isterim. Zaten kataloğa baktığınız zaman onunla ilgili pek çok parça gözünüze çarpacak. Bu koleksiyonun içinde olmayan bir de masa örtüsü koleksiyonum var. Yaklaşık 30 tanesini veriyordum ama sonra kıyamayıp vazgeçtim. Tahmin ediyorum ki örtülerin sayısı yüze yakın... 

Bir koleksiyoner olarak en çok ne tür parçalar ilginizi çekiyor? 
Eşya ve resim. Salonda kullanabileceğim eşyalar... Kanape, koltuk, onların yanına gidecek aksesuarlar ve resim, bir de mutfakla alakalı şeyler.

Mobilyadan aksesuara çok geniş bir koleksiyona sahipsiniz. Nasıl bir emekle oluşturuldu bu koleksiyon? Nerelerden topladınız? 
Önce Şişhane’deki antikacılar çarşısından alışverişe başladım. Sonra Berfe’den güzel şeyler aldım. Güzel resimlerim var oradan alınmış. Sonra zaman zaman İtalya’dan aldım. Fransa’ya zaten ne zaman gidersem gideyim bir günümü bit pazarını gezerek geçiririm hep, o hayalle giderim. Gördüğüm güzel şeyleri ve getirtebileceğim her şeyi dünyanın çeşitli yerlerinden topladım. Son senelerde artık o kadar çok eşya oldu ki evde, sadece tatmin olmak için birkaç küçük parça alarak dönüyorum, onları da daha çok Como’dan ya da Paris’ten alıyorum. 

Yıllara dayanan bir koleksiyonun parçaları her biri... Her birinin farklı bir hikayesi olmalı... 

Var tabii hepsinin. Bir yabancı devlet cumhurbaşkanın eşi benim müşterimdi, uzun süreler dikiş diktim kendisine. Bir pazar günü bize geleceklerini söylediler o gün yemekte ağırladık onları ve sofrada yardımcılarına “dikkat edin çok önemli bir evdeyiz sakın bir şey kırmayın” dediğini öğrendik. 

Ve şimdi radikal bir kararla satışa çıkarmaya karar verdiniz antika koleksiyonunuzu... Bu kararı nasıl verdiniz? 
Genellikle sevdiğim parçaları aldım, tarihi değerinden ziyade bende bulunmasını istediğim, sevdiğim parçaları topladım. Hemen hepsini de özenle kullandım ama şimdi bir hayat değişikliği yapmayı düşünüyorum ve bu eşyaların bir köşede durmasından yana değil, kullanılmasından yanayım. Başka hayallerim var kendimle ilgili... Önümüzdeki kış ya tamamen kapatarak ya da çok küçük bir atölye bırakarak bu işe veda etmeyi ve İstanbul’dan ayrılmayı planlıyorum. Gideceğim yerde bu eşyalar biraz yersiz olacağı için bu müzayedeyi düzenlemeye karar verdim. 

Veda etmek zor olmayacak mı yaşanmışlıklara..?

Ben aldığım zaman da onların yaşanmışlıkları vardı. Ben mutlulukla kullandım, dilerim alanlar da refah içinde, mutlulukla kullanırlar. 

Kendiniz için bıraktığınız birkaç parça var di mi?
Birkaç parça değil, müzayedeye satışa çıkardıklarımın yanı sıra evimde halen hatırı sayılır parçalar var. Yatak odam olduğu gibi duruyor mesela. Bir sürü yatak odası parçası, masa ve mutfak ile alakalı eşya müzayedeye çıkacak olan koleksiyonun içinde yok. Su ve şarap kadehlerinden oluşan bir Bakara takımım var, o duruyor mesela, onu kıyıp veremedim. Onları Paris’ten teker teker topladım. Hala her gittiğimde bir parçasını bulursam yedek olarak alırım. Bir yemek takımımım var mesela, gözüm gibi sakladığım İstanbul için yapılmış... Servis tabaklarının içinde yağların süzülmesi için yağ hazneleri olan çok özel bir takım. O takımı kıyıp verdim ama şu an nasıl verdim bilmiyorum. Müzayedeye çıkanlara rağmen masa kurulduğu zaman o masayı gümüşleriyle birlikte eksiksiz olarak tamamlayacak kadar eşyam var hala. 

Arada kullanıldığı için eksilenler, eksildiği için üzüldüğünüz parçalar oldu mu? 
Kırılacak eşyaya çok üzülürüm. İki tane imzalı lamba altım vardı mesela hala unutmadığım. Hatta bir antikacı arkadaş evime geldiği zaman en kıymetli parça olarak onu göstermişti. Günün birinde üzerine duvardan bir tablo düştü ve kırıldı, onu hala unutmam mesela. Üzüldüm ancak maddi değerinden dolayı değil, maneviyatından ötürü... Bir daha alacak olsanız bile öyle bir eşya yok. Kullanarak parçalarını azalttığımız eşyalar da oldu ama genel olarak kırılan eşyaya karşı pek meğilim olmadı diyebilirim, çünkü giden para değil, isteseniz de bir daha yerine koyamayacağınız bir şey. Cama kıyamıyorum mesela çünkü çok çabuk kırılıyor. Eşyanın kırılması bir yana insanlar kırılıyor aslında, hayatlar yok oluyor... O yüzden keşke bütün derdimiz kırılan eşyalar olsa... 

İçinde sizin de olduğunuz çok güzel tablolarınız var burada... Bu tabloların hikayelerini öğrenebilir miyiz?  
Bu resimler bizim eski meşhur mankenimiz Çağla Kurtuluş’a ait. Çağla hanım durmadan okuyan, fakülteler bitirip kendini geliştiren harika bir mankendi. Geçen sezon eskimeyen modellerimizle bir defile yaptık yine müthiş bir yürüyüş gösterdi. Evvelsi sene bana bir gün bana telefon açtı, gelip sizin resimlerinizi çekip bir tablo yapacağım diye... Sonra geldiler resimlerimi çektiler ve akabinde elinde iki tabloyla geldi. Evimdeki bütün resimlerimi verdim ama bunlara kıyamadım. Bunları benden hiç kimse alamaz. Burdaki hiç bir resim onlar kadar değerli değil, onlar bana Çağla Hanım’ın hediyesi ve çok değerli. 

Çağla Hanım’dan konu açılmışken modaya dönecek olursak, yarım asrı deviren bir birlikteliğiniz var modayla... Bursa’dan İstanbul’a uzanan bu moda serüveninin nasıl başladığınızı öğrenebilir miyiz? 
Ablam çok iyi bir terziydi. İlkokul çağlarından itibaren çevremdeki herkes beni terzi olmam için teşvik ederdi ancak ailem de buna karşıydı. Ailenin en küçük çocuğu olduğum için itinayla büyütüldüm, benden öncekiler epeyce bir büyüktü benden. Askerler dönüşü memur olmamı isterdi annem. Oysa ki benim hayatta yapamayacağım şeydi bir büroda çalışmak, ben sanatla alakalı bir iş yapmak istiyordum. Kira almak için geldiğim bir İstanbul seyatinde, Çiçek Pasajı’nın tam karşısında Güney Palas apartmanında kiralık yer var tutar mısın dediler bana, ben de baktım ve tutarım dedim. Hayatta iki meziyetim var iftihar ettiğim; yalan söylemem ve sözümden dönmem. Kendi bildiğini yapan ama aynı zamanda danışan bir insanım. Eve döndüğümde ben İstanbul’da bir yer tutuyorum dedim. Yapma etme demelerine rağmen sözümden dönmedim ve o yeri tuttum. Bursa’dan geldiğim ilk gün Taksim meydanında indim, oradan Galatasaray’a kadar yürürken yolun başında bir güvercin başıma pisledi. Ben de batıl itikatlar vardır, çok inanırım. Allah’a çok şükür ki o günden itibaren şansım çok iyi gitti, düşündüğüm yerlere geldim. Herkes yaptığı işte en yukarıda olmayı hedefler, ben de her sene bunu yapacağım şeklinde hedefler koydum hep kendime... Ve basamak basamak buraya geldim. 

Herkesin bir dönüm noktası vardır. Dönemin modacılarından Mualla Özbek mi oldu sizin de modacılıktaki dönüm noktanız? 
Benim devrimde Mualla Hanım tabii çok meşhur ve özel bir hanımefendi. Ama o o dönemde her apartmanda üç dört tane atölye vardı. Mısırlı Apartmanı’nda Mualla Hanım, Lütfiye Hanım, Nedret Hanım... Suat Hanım vardı, Faize Sevim’ler vardı...  O zaman onların arasından sıyrılabilmek zordu, şimdiki gibi değildi o zaman, dikişiniz varsa isimdiniz, yoksa değildiniz. Şimdi devir değişti... 

Modacı kelimesini sevmiyorsunuz hiç, “terzi” denilmesini sitiyorsunuz kendinize... Neden?
Avrupa’da şans eseri çok önemli mankenlerle; YSL, Dior, Chanel mankenleri ile çalıştım. Bana göre dünyada gelmiş geçmiş en büyük manken Katoucha ile çalıştım. Onlar beni dışarda tanıttıkları zaman “grand couturier - büyük terzi” derler. Doğrusu couturier, tailor, terzi yani... Türkiye için çok büyük bir iddia modacı kelimesi... İnsanları yönlendirmek benim ne haddime... Benim bir çizgim var beğenen beni tercih ediyor ve benden giyiniyor. 

Terzi gözüyle dünden bugüne müşteri profilinizi değerlendirmeniz gerekirse... 

O zamanlar hazır giyim yok ama hazır giyim olsa da Türk kadınına elbise giydirmek zor. Çünkü yeni nesil hariç Türk kadınının belli bir proporsiyonu yok. Dolayısıyla bir önceki nesil kendine uygun olanı diktirmek mecburiyetindeydi. Dikilen bir elbiseye önden, arkadan, yandan terzi gözüyle bakmak gerekir, elbisenin bele oturması, karın altını sarması, poponun oturması gibi detaylardadır elbisenin asıl sırrı. Eğer kapıda isminiz yazıyorsa buraya gelen kişi zaten sizden iyi bir dikiş hizmeti almak için geliyordur. Eğer ben bugün “Yıldırım Mayruk” gibi bir isim olduysam bunu yanlız başarmadım, müşterilerime çok şey borçluyum. Çünkü insanı müşterisi geliştirir, yönlendirir. İlk müşterilerimden biri Allah uzun ömür versin Suna Kıraç hanımefendiydi. Ben bir elbise istiyorum, sizin çizginizde ama bana mahsus bir model olsun dedi. Bu iş böyle başladı. Bizim hizmet ettiğimiz müşteriler artık kenara çekilmeye başladılar. Asıl dikişten anlayan onlardı. Şimdi ise daha gelip geçici bir müşteri potansiyeli var. 

Üç nesli birden giydirmiş bir terzi olarak tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz? 
Benim  için bir elbiseyi var eden çizgi değil dikiştir. Bir elbiseyi giydiğiniz zaman bir yerini tutmadan oturuyorsanız, içinde rahatsanız ve birkaç sene aynı zevkle giyebiliyorsanız o başarılı bir parçadır. Benim 40 sene giyilen bir elbiselerim var. Dikişe yeni başladığım senelerde bir nişan elbisesi dikmiştim. Bu işli elbise bu sene bana geri getirildi, elbisenin üst kısmını atarak altından bir etek yaptım. Şimdi genç kız onu zevkle giyecek. 30 sene önce oğlunun sünnet düğünde giydiği elbiseyi revize etmem için getiren müşterilerim var. 
Benim en büyük özelliğim benim elbiselerimin zamanının ve bedeninin olmaması... Kadife, tafta gibi kumşalar hariç hafif eseneyen kumaşlarla dikilmişse üç dört kilo alın verin hiç bir şey olmaz senelerce giyebilirsiniz. 

Mankenlerin sizinle çalışmak için yarıştığı çok ses getiren defileleriniz oldu. Bunu nasıl başardınız? 
Çok Avrupai çalıştık. Türkiye’de bir sürü şeyin ilklerini yaptık, bununla iftihar ederim. Eski büyük üstatlarımız bana şöyle bir şey söyledi ve bu beni çok mutlu etti: “Bizim yapamadıklarımızı sen yapın” dediler.  Bir kere Türkiye’ye bir defile olgusu getirdim. Defile kavramı benden öncede vardı ancak iki üç senede bir filan yapılırdı. Bunu Mualla Hanım, Suat Hanım ve Faize Sevim gibi ünlü isimler yapardı. Ben 80 senesinden itibaren birkaç sene hariç senede iki koleksiyon hazırladım, sundum. İşimden aldığımı işime yatırdım. Her koleksiyonda bir ufak daire alsaydım, bu mübala değil, bugün benim 60 küsur dairem olurdu. Pişman mısınız derseniz hayır değilim, hayatta herkesin keyif aldığı farklı şeyler var. Ben de işimden keyif aldım ve işime yatırım yaptım. Bu benim vazifemdi. Dışarıdan  yabancı mankenler getirdik, kulis adabı getirdik, güzel elbiseler sunduk, güzel kumaşlar kullandık ve güzel dikiş sunduk. Elbise provalarında canlı manken kullanmıyorum mesela, tahta manken üzerinde hazırlıyorum elbiselerimi. Ve bıçak gibi elbiseler çıkıyor ortaya. Bu sezon bir veda defilesi yapmak istiyordum fakat vazgeçtim, eğer kışa küçük bir atölye ile devam edersem bir veda defilesi ile noktalamak istiyorum. Defileye veda da diyebiliriz buna. 

Senelerdir modayı bırakıyorum söylemlerinize rağmen hala modayla içiçesiniz. Bu nasıl bir tutku?
88 senesinde bırakacağım artık dedim sonra 90’da bir iki kere daha söyledim sonra bir dostum bana dedi ki sen birden bire bırak ki sürpriz olsun. O yüzden artık bırakıyorum demiyorum, devam edeceğim diyorum. Bırakacağım aklıma geldiği zaman gözümden yaş akıyor, bu kadar işimi seviyorum ama çok yoruldum artık. Hep bir hayalim vardı: hiç dam görmeyen bir yerde oturmak. 30 senedir hayalime göre bir yer arıyorum kendime... Bir köy ama gidip bakacak fırsatım olmadığı için yapadım. Şimdi böyle bir fırsatım var, niyetim sakin bir yerde oturmak ve sakin bir şekilde yaşamak. Modayı bırakıyorum derken ya çok küçük bir atölye bırakacağım ya da tamamen kapatacağım. Bunun net kararını verebilmiş değilim henüz. Çünkü şöyle bir şeyle karşılaşıyorum: üç nesildir birlikte çalıştığım aileler var. Anneanneye, kızına ve torununa gelinliğini benim diktiğim aileler... Şimdi öteki torun var sırada. Sen bırakırsan biz ne yapacağız diyorlar bana. Bu nedenle belki üç dört kişilik küçük bir atölye bırakabilirim ya da tamamen kapatabilirim ona henüz karar veremedim. Ama Allah kısmet ederse bu yaz sonuna kadar full çalışacağım.  

Barbaros Şansal gibi bir şansınız var. Onunla çalışmanın nasıl artıları oldu sizin için? 
Barbaros ile çalışmamın artıları benim yan işlerimde hiç bir düşüncem kalmadı. Mesela brode - nakış problemim kalmadı. Barbaros’a şunu çizeceksin dediğim zaman onu çizer, malzelemelerini hazırlar. Bir tek son kontrolünü yapmaz. Kontrolünü ben yaparım ama onun düzeni olduğu için ona sormadan bir şeyi bozmam. Bu payet buraya gitmedi, bunu yanına bu gelmeli derim ama bunu ona sorarak, danışarak yaparım. Tabii ki Barbaros benim yükümü yarıya azalttı. Ama bu atölyedeki dikiş, model herşey benimdir. Bir koleksiyon hazırlarken heleki son senelerde hür bir şekilde çalışıyorum. Barbaros’un katkısı yok mu tabii ki var ama ben her koleksiyonda 70 ile 80 arası bir parça çıkarıyorum ortaya. Bugüne kadar 70’in altına hiç düşmedim, bunun içinde 5-10 tanesinde tabii ki onun da katkıları var ama onun dışında ben kendi işimi yaparım o kendi işini yaparım. 

Son yıllarda moda kavramı bir hayli gelişti ülkemizde. Tasarımcı sayısında hızlı bir yükseliş var. Yeni tasarımcıları nasıl buluyorsunuz? 
Son yıllarda ülkemizde çeşitli modalar var. Moda sadece giyimde değil bizde bir ara pideci, dürümcü modası vardı mesela, şimdi köfteci modası var. Bizim meslekte de bir sürü modalar oldu şimdi modacı modası var mesela. 

Doğrusunu söylemek gerekirse çoğunu bilmiyorum. IFW’ye de gitmiyorum. Oradan bana gelen davetiye sayısı en fazla iki tane. Bir tek Özgür Masur telefon açıp davet etmiş ancak hasta olduğum için ona da gidemedim. Dolayısıyla hiçbirisini bilmiyorum. Fikirimi söylemem için birkaç sefer görmem gerekir. 

Günümüz modasıyla ilgili yorumlarınızı alabilir miyiz? 
Artık moda diye birşey kalmadı. Moda deyince iki moda var hazır giyim dediğimiz pret-a- porter ve haute couture. Haute couture diye birşey kalmadı. Bundan 20 sene önce koleksiyon için Paris’e gidip geldiğimde herkes beklerdi bu sene ne moda diye... O sene ne renk modaysa ona yönelinirdi, kimse farklı birşey giymezdi. Yaz ve kış mevsimine göre belirlenirdi renkler. Etek boyu modası vardı mesela. Etek boyu diz altından diz üstüne çıktıysa etekler hemen o senenin modasına uygun olarak kısaltılırdı. Şimdi etek boyu diye bir şey yok, her boy var, kısa var, mini var, dizin üstü var, dizin altı var, bilekte var... Renkler de aynı şekilde kartelanın hemen hepsi var. 

Yabancı tasarımcılardan beğendiğiniz kimler var? 
Ben bir Yves Saint Laurent hayranıyım. Her defilesinden ağlayarak çıktım, ben bu dikişi bir daha dikmeyeceğim diye... En son gün defile yapıyordu ve her yerde çıkan mankenler, sımsıkı bir saç, ensede toplanmış ufacık bir topuz, hiç değişmeyen bir saç şekliyle onun defilesinde kraliçe gibi çıkıyorlardı. O zamanlar Yves Saint Laurent idi. Şimdi Jean Paul Gaultier... Gaultier ile Yves Saint Laurent ile arasında benzer bir yaklaşım kuruyorum. Karl Lagerfeld tabii ki çok önemli haute couture yapıyor hala. Şimdi koleksiyonlara baktığım zaman bana haute cauture intibası veren tek koleksiyon Karl Lagerfeld’inki... Birazcık Gaultier değişik ama Dior pret-a-porter gibi geldi bu sene bana. Zaten giyim hafifledi ve ucuzladı. Haute couture artık devrini doldurdu. Dışarıda bundan 20 sene evvel miadını doldurdurmuştu, bize de işte şimdi geldi. Düşünün ki 50 bin müşterisi olan haute couture 2500’lere düşmüştü. Şimdi Allah bilir daha da azdır. 

Karl Lagerfeld ile Chanel’deki değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskiden ben Chanel koleksiyonlarını görmeye gitmezdim. Hep aynı şeyi görürdük; önden pileli, boyundan bağcıklı emprime elbiseler, mantolar vs... Chanel kolesiyonları bana hoş gelmezdi ama ne zaman Chanel’in başına Karl Lagerfeld geçti Chanel’in çizgisi değişti, o çizgiyi daha modernize etti, daha günümüze uyarladı. Şu anda herşeyiyle hakiki haute couture koleksiyonu bir tek onda görüyoruz. Bu seneki şovunu izelediniz mi bilemem ama müthiş bir yaratıcılık ve bir müthiş bir koleksiyon sundu. Dünyanın en meşhur işlemecisini satın aldı. Dünyanın en meşhur tüycüsünü – ki vaktiyle ben de çalışırdım kendisiyle ama artık yanaşmaya imkan yok- satın aldı. Öyle büyük bir atölyeki iki büyük yeri birden bünyesine kattı. Şunu söyleyebilirim ki haute couture Karl Lagerfeld olduğu süerece devam edecek. 

Sıklıkla Como’ya gittiğinizi söylediniz. Como’nun nesi etkiliyor en çok sizi? 
Türkiye dışında bir yerde yaşayacağımı düşünmüyorum. En sevdiğim şehir Paris’tir benim. O kadar sevmeme rağmen beni Dior’un başına çağırsalar gitmem dedim. Como’daki o sükunet, küçük olduğu için ve sık gittiğim için insanların birbiriyle sokakta selamlaşması güzel geliyor, otelim evim gibi hep aynı odayı veriyorlar bana. O sükünet ve samimiyet hoşuma gidiyor. Hele bu son defa gittiğimde arabayla bütün gölün etrafını gezdim, müthiş güzel bir yer ama ben kendi memleketimi daha çok seviyorum.
Aslında İstanbul Boğazı’nın el değmemiş haline benziyor biraz da Como... 

El değmememiş hali gibi, ellenmmemiş eski İstanbul gibi... Eğer gölde bir zigzag yaparak yaparak tekneyle gezerseniz İstanbul Boğazı’ndan bile güzel diyorsunuz. Biz güzelim İstanbul Boğazı’nı yapılaşmayla bozduk ne yazık ki... Yoksa dünyada nerde var böyle bir şehir! 

Antikayı seviyorsunuz, modayla da zaten senelerdir içiçesiniz. Paris ise en sevdiğiniz şehir... Hepsinin birbiriyle örtüştüğü bir zaman diliminde; 17.-18. yüzyıl Fransa’sında yaşamak ister miydiniz? 
Orada değil de nerede yaşamak isterdim biliyor musunuz, İstanbul’un eski devirlerinde, ama yine de Atatürk döneminde yaşamak isterdim. Sıkıntılı dönemler de olsa eğer bir hafta eski Beyoğlu’nda yaşama fırsatınız olsaydı o dönemki İstanbul’un ne kadar güzel olduğunu ve demek istediğimi anlardınız. 1960’ta İstiklal Caddesinde şöyle bir yürüyebilseydiniz dünya ne kadar güzel derdiniz. O dönemleri orayada yaşamış biri olarak Beyoğlu’nda yaşamak bir keyfti. Sabahleyin 9’dan itibaren güzel giyimli insanlarla karşılaşmaya başladınız, saat 10’dan sonra şık hanımlar dolaşmaya başlardı etrafta. Bana ilk gelen müşteriler eldivenli, şapkalı güzel elbiseli bayanlardı. Öğleden sonraları belli insanların yürüyüş yeriydi, herkes birbirine selamlardı. Gece saat 8-9 olduğunda sinemalar, tiyatrolar başlardı. Öyle ki ben her tiyatro galasına 13 -14 tane elbise verirdim düşünün şaşayı... 

Şimdiki profili düşündüğümde şu andaki insanlardan kaç tanesi o dönemki Beyoğlu’na girebilirdi acaba. Dükkanların hepsi birer mücevherci gibiydi... Mücevherciler, kürkçüler, korseciler, şapkacılar... Ayrı bir dünyaydı... O yüzden yeniden o dönemde yaşamak isterdim. İstanbul gerçekten çok güzeldi o dönemlerde, bugünkü hırslar yerine dostluk vardı, komşuluk vardı. /ASLI TANDOĞAN

EN ÇOK OKUNANLAR

Coachella Festivali'nin En İyi Stil Görünümleri
Coachella Festivali'nin En İyi Stil Görünümleri

Coachella Festivali'nin En İyi Stil Görünümleri

1 dakika okunma süresi
Ipekyol x Elie Saab İş Birliği
Ipekyol x Elie Saab İş Birliği

Ipekyol x Elie Saab İş Birliği

1 dakika okunma süresi
Özge Gürel ile Dubai Keşfi
Özge Gürel ile Dubai Keşfi

Özge Gürel ile Dubai Keşfi

16 dakika okunma süresi
“Kimler Geldi Kimler Geçti” Dizisi Hakkında Her Şey
“Kimler Geldi Kimler Geçti” Dizisi Hakkında Her Şey

“Kimler Geldi Kimler Geçti” Dizisi Hakkında Her Şey

3 dakika okunma süresi
Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı
Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı

Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı

1 dakika okunma süresi

DAHA FAZLASI

Geçmişten Günümüze Defilelerde Yürüyen Hollywood Yıldızları
Geçmişten Günümüze Defilelerde Yürüyen Hollywood Yıldızları

Geçmişten Günümüze Defilelerde Yürüyen Hollywood Yıldızları

Melike Sarıkatipoğlu'nun Vintage Gardırobu
Melike Sarıkatipoğlu'nun Vintage Gardırobu

Melike Sarıkatipoğlu'nun Vintage Gardırobu

Moda Dünyasında Değişim
Moda Dünyasında Değişim

Moda Dünyasında Değişim

Ipekyol x Elie Saab İş Birliği
Ipekyol x Elie Saab İş Birliği

Ipekyol x Elie Saab İş Birliği

2024 Oscar Kırmızı Halısı'ndan Yükselen Trend: Gümüş Elbiseler
2024 Oscar Kırmızı Halısı'ndan Yükselen Trend: Gümüş Elbiseler

2024 Oscar Kırmızı Halısı'ndan Yükselen Trend: Gümüş Elbiseler

Dries Van Noten Moda Dünyasına Veda Ediyor
Dries Van Noten Moda Dünyasına Veda Ediyor

Dries Van Noten Moda Dünyasına Veda Ediyor

Pelin Kaya ve Ayşe Brav'ın Yeni Markası: BETTERDAYS
Pelin Kaya ve Ayşe Brav'ın Yeni Markası: BETTERDAYS

Pelin Kaya ve Ayşe Brav'ın Yeni Markası: BETTERDAYS

Trust The Team'in Tasarım Hikayesi
Trust The Team'in Tasarım Hikayesi

Trust The Team'in Tasarım Hikayesi

Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı
Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı

Arzu Nesnesi: Hailey Bieber'ın Rhode Telefon Kılıfı

Nur Karaata “Dolce Vita” İlkbahar/Yaz 2024 Koleksiyonu
Nur Karaata “Dolce Vita” İlkbahar/Yaz 2024 Koleksiyonu

Nur Karaata “Dolce Vita” İlkbahar/Yaz 2024 Koleksiyonu

2024 Moda Haftaları: Sonbahar/Kış Koleksiyonları
2024 Moda Haftaları: Sonbahar/Kış Koleksiyonları

2024 Moda Haftaları: Sonbahar/Kış Koleksiyonları

Sema Öztürk ile Stil Üzerine
Sema Öztürk ile Stil Üzerine

Sema Öztürk ile Stil Üzerine