Ödül sezonu, sinema dünyasının yıl boyunca ürettiği işlerin hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından değerlendirilip ödüllendirildiği dönemin en heyecanlı kısmını oluşturuyor. Golden Globe, BAFTA, Critics' Choice ve SAG gibi prestijli törenler, sadece birer şov olmanın ötesinde, oyunculuk, yönetmenlik ve teknik alanlarda yılın en iyilerini belirleyen önemli referans noktaları olarak kabul ediliyor. Her bir törenin kendi karakteri ve öncelikleri var: Golden Globe genellikle drama ve komedi/müzikal ayrımında öne çıkarken, BAFTA İngiliz sinemasına ve uluslararası performanslara özel bir vurgu yapıyor; SAG ise özellikle oyuncuların birbirini değerlendirdiği, meslek içi prestij odaklı bir platform sunuyor. Bu sezon da şimdiden yarışın oldukça çekişmeli geçeceği sinyalleri veriyor.

Colin Farrell, bu yıl ödül sezonunun en çok beklenen performanslarından biriyle karşımıza çıkıyor. Netflix'in karanlık suç dramasında canlandırdığı karmaşık karakter, Farrell'ın hem psikolojik derinliği hem de oyunculuk hakimiyetini sergilediği, eleştirmenlerin "kariyerinin en rafine işlerinden biri" olarak değerlendirdiği bir noktada duruyor. Farrell'ın yıllardır devam eden istikrarlı yükselişi, önce The Banshees of Inisherin ile aldığı Oscar adaylığı, ardından üst üste gelen güçlü projelerle birleşince onun bu sezonu adeta "tamamlaması" yönünde ciddi bir beklenti yaratıyor. Film henüz geniş kitlelere ulaşmamış olsa da eleştirmen ön gösterimlerinde aldığı yorumlar, BAFTA ve SAG gibi oyunculuk merkezli ödüllerde onu ön sıralara taşıyor. Farrell'ın performansı, hem duygusal kontrolü hem de karakterin iç çöküşünü seyirciye hissettirebilme gücüyle bu sezonun en çok konuşulan işlerinden biri olmayı sürdürüyor.

Regina Hall bu yıl kariyerinin en büyük dönüşümünü yaşıyor. Genellikle komedi rolleriyle tanınan Hall, bu kez güçlü dramatik altyapıya sahip bir filmde başrol olarak yer alıyor ve eleştirmenleri şaşırtacak derecede sert, gerçek ve derinlikli bir performans sunuyor. One Battle After Another, karakterin içsel savaşlarını ve hayatta kalma mücadelesini merkeze alan bir yapım; Hall da bu hikayenin ağırlığını büyük bir ustalıkla taşıyarak, yıllardır hak ettiği dramatik alandaki prestijli noktaya sonunda ulaşmış gibi görünüyor. Festival gösterimlerinde aldığı tepkiler, Hall'ın özellikle Golden Globe ve Critics' Choice gibi Amerikan merkezli ödüllerde hızla yükselmesine neden oldu. Bu performans onun oyunculuk kariyerinde yeni bir sayfa açmakla kalmadı, aynı zamanda ödül sezonunda adının sürekli anılacağı bir ivme kazandırdı.

Cynthia Erivo, Broadway kökenli güçlü vokali ve oyunculuk enerjisiyle sinema tarafında da yıllardır etkileyici bir ivme yakalıyor. Wicked: Part Two hem müzikal performans hem de dramatik bir dönüşüm olarak onun için büyük bir vitrin niteliği taşıyor. İlk filmin başarısı zaten Erivo'yu güçlü bir aday adayı hâline getirmişti; ikinci filmde karakterinin daha derin bir hikâye arkına sahip olması ise eleştirmenlerin "bu yıl Erivo'nun yılı olabilir" yorumlarını beraberinde getirdi. Erivo, müzikal türünün ötesine geçen bir oyunculukla hem duygusal hem vokal anlamda güçlü bir bütünlük sunuyor. Müzikal performansların Oscar ve Golden Globe gibi platformlarda zaman zaman parladığı düşünülürse, Erivo'nun bu sezon adını sıkça duyacağımız kesin gibi görünüyor.

Ariana Grande müzik dünyasındaki başarısını sinemaya taşıma yolunda olağanüstü bir dönüşüm sergiliyor. İlk filmdeki performansı beklentileri aşmıştı; ancak ikinci filmde karakteri Glinda'nın daha dramatik bir hatta sahip olması Grande'ye çok daha geniş bir oyunculuk alanı açıyor. Özellikle karakterin içsel çatışmaları, müzikal numaralarla birleşen duygu patlamaları ve hikâyedeki kritik dönüm noktalarına hâkimiyeti, eleştirmenlerin "Grande artık sadece bir pop yıldızı değil, gerçek bir oyuncu" yorumlarını beraberinde getiriyor. Wicked: Part Two gösterim öncesi değerlendirmelerde Grande'nin adı özellikle Golden Globe Müzikal/Komedi kategorisinde ciddi bir aday olarak anılıyor. Bu film, onun kariyerinde sinemaya güçlü bir geçiş yaptığı moment olarak tarihe geçebilir.

Leonardo DiCaprio, kariyerinin en deneyimli ve saygı duyulan oyuncularından biri olarak One Battle After Another ile ödül sezonunun merkezinde yer alıyor. Film, tarihi gerilim ve karakter odaklı dramatik yapısı ile DiCaprio'ya hem fiziksel hem de duygusal açıdan zorlayıcı bir rol sunuyor; onun karakterin içsel çatışmalarını ve psikolojik karmaşasını ustalıkla yansıtması, eleştirmenlerden büyük övgü aldı. DiCaprio'nun geçmişteki adaylık ve ödül deneyimi, performansının ağırlığıyla birleşince onu Oscar ve BAFTA yarışında öne çıkarıyor. Bu film, DiCaprio'nun uzun süredir beklenen bir dramatik başrol performansını sunması açısından da dikkat çekici ve eleştirmenler, onun bu rolüyle 2026 ödül sezonunda erkek oyuncu kategorilerinin favorilerinden biri olacağını belirtiyor.

Jessie Buckley, Hamnet ile ödül sezonuna güçlü bir giriş yaptı ve eleştirmenler tarafından yılın en etkileyici kadın oyuncu performanslarından biri olarak nitelendiriliyor. Film, karakterin yas, kayıp ve ebeveynlik temalarını merkeze alırken, Buckley'in performansı bu ağır duygusal atmosferi zarif ve güçlü bir şekilde ekrana taşıyor. Buckley'in karakteri derinlemesine anlamlandırma yeteneği, film boyunca her sahnede izleyiciyle duygusal bir bağ kurmasını sağlıyor ve bu da onu Golden Globe, Critics' Choice, BAFTA ve Oscar adaylıkları için ön plana çıkarıyor. Eleştirmenler, Buckley'in bu rolü ile kariyerinin en olgun performansını sergilediğini ve ödül sezonunun en güçlü kadın oyuncu adaylarından biri olduğunu vurguluyor.

Amanda Seyfried, bu yıl dramatik derinliği ve kırılganlıkla örülü performansıyla yeniden ödül sezonunun merkezine yerleşiyor. The Testament of Ann Lee, dönemin ruhunu taşıyan güçlü bir karakter portresi sunarken Seyfried de rolüne kattığı sakin gücü, içsel yaraları ve duygusal çözülmeleriyle eleştirmenlerin övgüsünü topluyor. Filmin gösterimlerinden itibaren Seyfried'in özellikle BAFTA ve Oscar için "sessiz ama istikrarlı" şekilde yükselen adaylardan biri olduğu sıkça dile getiriliyor.

Jacob Elordi, modern bir klasik uyarlaması olan Frankenstein'da hem fiziksel dönüşümü hem de karakterin varoluşsal çatışmalarını taşıyan performansıyla bu sezonun en dikkat çeken genç oyuncularından biri haline geliyor. Elordi'nin kariyerinde yeni bir sayfa açtığına yönelik yorumlar, filmin festival çıkışından itibaren güçlenerek devam etti. Gotik atmosferle birleşen soğuk ama kırılgan performansı, eleştirmenler tarafından "yılın sürpriz erkek oyuncu çıkışı" olarak niteleniyor.

Tessa Thompson, Hedda ile güçlü, zeki, tutkulu ve tutarsızlıklarıyla insanı yoran karmaşık bir karakteri olağanüstü bir incelikle işliyor. Film, klasik metnin modern bir yorumunu sunarken Thompson'ın performansı onun hem duygusal hem de entelektüel katmanlarını başarıyla ortaya çıkarıyor. Eleştirmenler rolü için "kariyerinin en keskin ve rafine işi" yorumunu yaparken Thompson'ın Golden Globe ve Critics' Choice listelerinde güçlü bir yer edinmesi bekleniyor.

Regina Hall ve Leonardo DiCaprio'nun başrol performanslarıyla öne çıkan One Battle After Another, Teyana Taylor'a da parlayan bir alan açıyor. Taylor'ın karaktere kattığı sertlik, hayatta kalma sezgisi ve kırılganlık arasındaki denge, onu filmdeki en akılda kalan isimlerden biri hâline getiriyor. Eleştirmenler, Taylor'ın bu rol ile "yan rolde yılın dikkat çeken yükselişi"ni yakaladığı konusunda hemfikir.

Jennifer Lawrence, Die My Love ile kariyerinin en çarpıcı ve duygusal açıdan tüketici performanslarından birine imza atıyor. Film, karakterin zihinsel mücadelelerini ve annelik deneyiminin karanlık yanlarını odağa alırken Lawrence'ın oyunculuğu ise hem fiziksel hem duygusal çıplaklığıyla izleyiciyi sarıp sarsıyor. Bu rolün Lawrence'ı yeniden Oscar yarışının ön sıralarına taşıdığı sıkça konuşuluyor.

Alexander Skarsgård, Pillion'da sertliğin, yalnızlığın ve beklenmedik kırılganlıkların iç içe geçtiği bir karakteri incelikle işliyor. Minimalist ama yoğun tonuyla öne çıkan film, Skarsgård'ın oyunculuk disiplinini ve her ayrıntıya verdiği önemi öne taşıyor. Eleştirmenler, Skarsgård'ın bu sezon özellikle BAFTA ve SAG'de sürpriz bir adaylık yakalayabileceğini belirtiyor.

Rose Byrne, kara mizah ile duygusal yoğunluğu buluşturan bu filmde izleyeni hem güldüren hem de beklenmedik şekilde yaralayan bir performans sunuyor. Byrne'ın komedi ve drama arasındaki doğal geçişi, filmin tonunu kusursuz bir şekilde taşıyor. Eleştirmenler, Byrne'ın bu rolle uzun zamandır hak ettiği dramatik takdiri nihayet elde etmeye yakın olduğunu söylüyor.

Andrew Scott, Blue Moon ile yine olağanüstü bir içsel kırılganlık ve yoğunluk sergiliyor. Film, karakterin geçmişiyle hesaplaşmasını şiirsel bir dille işlerken Scott'ın performansı adeta hikâyenin nabzını tutuyor. Eleştirmenler, Scott'ın bu rolünün sezonun en "sanatsal ağırlığı yüksek" oyunculuklarından biri olduğunda hemfikir ve onu Oscar yarışında güçlü bir aday olarak konumlandırıyor.