Geçtiğimiz günlerde Paris Moda Haftası'nda podyuma çıkan bir dizi erkek koleksiyonunun yanında Dior Erkek 2026 İlkbahar/Yaz defilesi bir adım öne çıktı. Jonathan Anderson'ın Fransız moda devindeki ilk koleksiyonu, yeni tasarım dönemiyle beraber tarih, kültür, lüks ve kişisel ifade biçimleri arasındaki ilişkileri sorgulayan yeni bir moda dilini başlattı. Şov, geçmişin ihtişamını bugünün referanslarıyla kodlayan; couture'ü kavramsallaştırırken, günlük stille harmanlayan katmanlı ve düşündürücü bir anlatıya dönüştü.
Gösteri, Napolyon'un mezarının bulunduğu Hôtel National des Invalides'in önüne kurulan özel bir çadırda gerçekleşti. Ama sahne kadar davetli listesi de dikkat çekiciydi: Rihanna, A$AP Rocky, Sabrina Carpenter, Robert Pattinson ve Daniel Craig gibi isimler ön sıradaydı; Donatella Versace, Stefano Pilati ve Dior Homme'un eski kreatif direktörü Kris Van Assche gibi moda dünyasının önemli figürleri de izleyiciler arasındaydı. Gösterinin yarattığı etki öyle büyüktü ki modanın sosyal bir fenomen haline geldiği bu çağda Meta, davetiye alamayanlar için influencer Lyas'ın ev sahipliğinde bir izleme partisi düzenledi.
Dior ve Jonathan Anderson ile Stilin Yeni Kodları
Jonathan Anderson'ın ilk Dior koleksiyonu, "yeniden kodlama" fikrinin somut bir yansımasıydı. Anderson'ın geçmişi, özellikle 18. yüzyıl Avrupa modasını bugüne taşıma biçimi, romantik bir nostaljiden çok daha fazlasını içeriyordu. Koleksiyonun yapı taşları Dior arşivinden esinlenen haute couture referansları, tarihi erkek giyiminden birebir uyarlamalar ve çağdaş normcore stilin temel parçalarından oluşan üç temel eksende şekillendi. Gösteri, Dior'un ikonik Bar ceketinin maskülen bir yorumu ile açıldı. Anderson'ın versiyonu, orman yeşili Donegal tüvitinden yapılmış, siyah faille yakalı ve iç yapısında dolgu yerine göğüs kanvası kullanılan bir silüetti. Kadın silüetinden doğan bu forma, erkek terziliğiyle disipline edilmişti. Bu yapı, koleksiyonun tamamına sinen bir yaklaşımı temsil ediyordu: geleneksel zarafetin, günümüz rahatlığıyla katmanlaşması. 1948 tarihli Delft elbisesine gönderme yapan hacimli beyaz kargo şortlar; spor çoraplar, balıkçı sandaletleri ve tıbbi bir boyunluk gibi duran yaka ile tamamlandı. Bu tür parçalar, klasik formüllerin nasıl yeniden işlenebileceğini gösteren örneklerdi. Anderson'ın "Benim için stil, şeyleri bir araya getirme şeklinizdir" sözü, bu eklektik kompozisyonun özeti gibiydi.
Koleksiyonda gece gömlekleri, çıplak göğüslerin üzerine giyilen fraklar, karnı açıkta bırakan smokin ceketleri ve pastel örgü kazaklar gibi parçalar vardı. Bu parçalar, üst sınıf zarafetiyle gündelik giyimi yan yana getirdi. Gri kadife sabahlık, soluk mavi kot pantolonla tamamlandığında, couture ile sokak kültürü arasında düşünsel bir bağ kuruldu. Bazı silüetlerde, aristokratik referanslarla işçi sınıfı estetiğinin aynı anda yankılandığı görülüyordu. Anderson'ın "Ollie" ve "Felix" olarak adlandırdığı iki arketip —biri işçi sınıfı kahramanı, diğeri rahat aristokrat— koleksiyonun anlatısını oluşturan zıt karakterlerdi. Gömlek üzerine atılan yelekler, bol pantolonlar ve solmuş sweatshirt'ler bu ikili dünyanın giyilebilir metaforları haline geldi.
Gemäldegalerie'den Dior'a Yolculuk
Defilenin atmosferi de en az koleksiyon kadar katmanlıydı. Anderson, Berlin'deki Gemäldegalerie'den ilham aldı. Mekânın dekorasyonu, bu müzede sergilenen 18. yüzyıl natürmortlarının yalınlığını taşıyordu. Defile alanında yalnızca iki tablo yer aldı: Jean Siméon Chardin'e ait, biri çiçek dolu bir vazo, diğeri yabani çileklerle dolu bir kutu resmedilmiş iki eser. Biri Louvre'dan ödünç alınan bu tablolar, moda sahnesine sessiz ama etkili bir kültürel ağırlık kazandırdı. Teknik detaylar ise Anderson'ın yaratmak istediği dingin, ölçülü ve izleyiciyi içine çeken atmosferi güçlendirmiş. Moda şovlarının sıklıkla dramatik, teatral tonundan uzak; düşünmeye ve gözlemlemeye açık bir deneyime dönüşmüş.
Koleksiyonun en çarpıcı aksesuarlarından biri, Dior'un imza parçalarından Book Tote çantanın yeniden yorumlanmış haliydi. Anderson, çantayı Bram Stoker'ın Drakulasından Truman Capote'nin Soğukkanlılıkla'sına uzanan klasik kitapların kapak reprodüksiyonlarıyla bezedi. Bu detay, moda ile edebiyat arasında bir bağ kurdu. Çanta artık yalnızca bir aksesuar değil, kişisel bir kütüphane, bir hikâye taşıyıcısı, bir zihin durumu hâline geldi. Bu hamle, Anderson'ın Loewe'de ustalıkla kullandığı "yüksek-düşük" estetiğin Dior'a taşındığını gösterdi.
Jonathan Anderson'ın Dior'daki ilk koleksiyonu, gösterişli bir açılıştan ziyade kontrollü, düşünen, yön belirleyen bir giriş niteliğindeydi. Zaten Anderson da bu koleksiyonda büyük harflerle yazmak yerine, önce alfabeyi tanımlamakla ilgileniyordu. Couture'ün kusursuzluk takıntısını, insan eliyle yaratılmış her şeyde bulunabilecek hataların estetik değeriyle yan yana koydu. Bu "kusur", Anderson'a göre dokunuşun kendisiydi. Kimin yarattığını hissettiren, spontane ama bilgiye dayalı, referanslarla dolu ama yoruma açık bir iz bırakma hali gibi.
Fotoğraflar: Dior Press