"It Girl" kavramı, modanın kültürel tarihiyle birlikte sürekli yeniden tanımlanan, ama hiçbir zaman tam anlamıyla sınırlanamayan bir unvan. İlk kez 1920'lerde Clara Bow için kullanıldığında, bu tabir bir kadının kameraya yansıyan büyüsünü, cazibesini ve o döneme ait kadın figürlerini nasıl etkilediğini anlatıyordu. Yıllar içinde Brigitte Bardot, Edie Sedgwick, Jane Birkin, Kate Moss, Alexa Chung gibi isimlerle bu kavram farklı dönemlere uyum sağladı. Ancak şimdi, sosyal medya ve dijital estetikle şekillenen bir çağda, "It Girl" olmanın dinamikleri bir kez daha evrim geçiriyor.
Z kuşağının estetik referansları, geçmişin ikonografisiyle bugünün deneyimleme biçimini birleştiriyor. Artık mesele yalnızca ne giydiğin değil, nasıl hissettirdiğin. Stil kadar atmosfer yaratmak, kıyafetin kadar bakışın, beden dilin, tavrın da önemli. Devon Lee Carlson işte bu yeni jenerasyonun "It Girl" anlayışını tam anlamıyla temsil eden bir figür.
Devon, 2012'de kız kardeşiyle birlikte kurduğu Wildflower Cases markasıyla sosyal medyada dikkat çekmeye başladı. Ama bu yalnızca başlangıçtı. Telefon kılıflarından başlayan estetik dokunuşları, zamanla TikTok estetiğinden podyumlara uzanan daha büyük bir moda sahnesine taşındı. Bugün onu yalnızca Instagram'da değil, Marc Jacobs kampanyalarında, Saint Laurent defilelerinin ön sıralarında ya da Gucci'nin global vitrinlerinde görebiliyoruz.
Ancak Devon'ın farkı yalnızca bu kadar görünür olmasında değil. Asıl mesele onun sezgisel stil anlayışında. O, modaya baştan aşağı "kişisel bir alan" olarak yaklaşıyor. Kombinlerinde #Clueless'tan fırlamış gibi görünen pembe bir elbise de olabilir, sade bir kot-tişört ikilisi de. Bir sabah Bridget Jones havasında uyanıp, akşam Paris sokaklarına bir Jean Seberg edasıyla çıkabilir. Çünkü Devon, kendi içinde tutarlı olmayı değil, kendi hislerine sadık kalmayı önemsiyor. Ve belki de bu yüzden bu kadar çok kişiye ilham veriyor.
Romantik komedilerden aldığı ilhamı açıkça dile getiren Carlson, çoğu zaman günlük stiline karar verirken bir filmin başrol karakteri gibi düşünmeyi sevdiğini söylüyor. Giyinmek onun için sadece dış dünyaya bir mesaj vermek değil; kendi iç dünyasında yaşadığı küçük bir senaryo. Kıyafetlerinin karakter yaratmakla olan ilişkisi, onu klasik bir influencer'ın çok ötesine taşıyor.
Stilinde 2000'ler estetiğini modern bir özgüvenle harmanlıyor. Paris Hilton'dan bir bakış, Britney Spears'tan bir enerji, ama Rihanna'dan gelen bir güçle... Bu estetik karışımı, onun Z kuşağı tarafından neden bu kadar benimsendiğini açıklıyor aslında. Çünkü Devon, modayı kişisel bir anlatı aracı gibi kullanıyor. Her görünümüyle yeni bir hikâye yazıyor.
Ama tüm bunların ötesinde onu "zamane it girl'ü" yapan şey, sadelikle gösteriş arasında kurduğu o ince denge. Bir yandan dijital çağın ruhuna uyum sağlayan bir yaratıcılık taşıyor, diğer yandan ise 90'ların stil ikonlarından gelen bir naiflik. Moda onun için bir poz değil, bir hâl. Stilinden taşan o "çabasız şıklık" hissi de buradan geliyor.
Bugünün gençleri artık moda ikonlarını ulaşılmaz figürler olarak görmek istemiyor. Daha gerçek, daha içten, daha sezgisel karakterlere yöneliyorlar. Devon Lee Carlson da tam bu noktada bir jenerasyonun ihtiyacına cevap veriyor. Estetikle duygusallığı, özgünlükle nostaljiyi birleştiren tavrı sayesinde, bir döneme damga vurmaktan çok bir dönemin ruhunu temsil ediyor. O yüzden artık "It Girl" olmak bir yarış değil, bir deneyim biçimi. Ve bu deneyimi en doğal, en sezgisel haliyle yaşayanlardan biri de hiç kuşkusuz Devon.
Fotoğraflar: Getty Images Türkiye