Kurumsal dünyada geçen yılların ardından cesaretini yaratıcılığıyla birleştirerek yeni bir yola çıkan Evin Tümay, güçlü kariyer geçmişini özgün bir mücevher markasıyla taçlandırmaya hazırlanıyor. Mimar Sinan Üniversitesi'nden gelen tasarım duyarlılığını, finans ve danışmanlık alanlarındaki tecrübeleriyle harmanlayan Tümay, estetik ve hikayesi olan parçalar yaratmak üzere yola çıkıyor. Köklerine ve yaşadığı toprakların kültürel zenginliğine derin bir bağlılık duyan, stil sahibi, yenilikçi ve zamansız tasarımların izini süren Tümay ile iş hayatından stil tercihlerine, seyahat tutkusundan mücevherin duygusal dünyasına uzanan derin bir sohbete daldık.
Sizi kurumsal hayatta görev aldığınız başarılı kariyerinizle tanıyoruz. Evin Tümay olarak iş hayatında sizi tanımlayan üç kelime ne olurdu?
Kendi kelimelerimden ziyade iş ilişkisi içerisinde olduğum kişilerin benim için kullandığı kelimelere yer vermek daha doğru olabilir; güvenilir, cesur, yenilikçi. Kurumsal kariyerimin büyük bir kısmı hem sektör hem de danışmanlık tarafı olmak üzere bankacılık ve finans sektöründe geçti. Dolayısıyla bu kelimeler, duyduğum zaman beni mutlu eden tanımlar.
Bir mücevher markasından yola çıkarak girişimcilik planlarınızın olduğunu biliyoruz. Bu markanın ilham kaynağı neler?
Öncelikle üzerinde yaşadığımız toprakların kültürel ve tarihi zenginlikleri, sonrasında bu perspektifte köklerimden gelen etkiler ilham kaynağım oldu. Kültürel değerlerimize sahip çıkmak, bilinirliklerini artırmak ve gelecek nesillere aktarabilmek ise en büyük motivasyonum.
Kurumsal yaşamla yaratıcı süreçler arasında nasıl bir denge kurdunuz?
Yaratıcı süreçlere aşinalığım kurumsal yaşamımın öncesinde başlıyor aslında. Mimar Sinan Üniversitesi mezunuyum. Farklı formatlar ve ölçeklerde tasarım dersleri aldım. Renk, doku, materyal hayatın her alanında benim için bir hassasiyet oldu. Master'ımı da yine tasarım odaklı bir branşta yaptım. Kurumsal hayatın bana katkısı ise daha çok iş kurma, iş yönetme ve strateji tarafında oldu. Hem eğitimim hem de kurumsal hayattaki deneyimlerim, konuları ve sorunları her durumda farklı bir perspektif ile ele alabilme, göz önünde olmayanı görebilme ve anlatılmayanı sezebilme kabiliyetimi çok geliştirdi. Aynı şekilde dışavurum açısından da hep farklı düşünmeye itti beni. Tüm bu geçmişim, düşünce şeklimi zenginleştirdiği gibi aynı zamanda tasarımlarımı ortaya koyma konusunda da beni cesaretlendirdi.
Tasarımlarınızda hangi malzemeleri ve sembolleri ön planda tutuyorsunuz?
Tasarımlarım mücevherseverlerle sene sonuna doğru buluşacak. Altın, pırlanta ve renkli taşlar olacak. Yarı değerli taşlara da yer vereceğim, aslında bu kategorideki taşlara yarı değerli denmesi bana biraz haksızlık gibi de gelse de yerleşik ifade olduğu için ben de bu şekilde dile getiriyorum. Her bir parçanın mutlaka özgün bir hikayesi olacak.
Lüks, zamansızlık, sürdürülebilirlik... Hangileri size daha yakın?
Konumlanma, lüks anlayışımla paralel olacak. Benim anlayışım eleganlık, sofistikasyon ve özgünlük odaklı. "En iyisi en pahalısıdır" bakış açısında değilim. Markam zarafetten ve zamansızlıktan beslenecek. Klasik anlayıştaki aşina olunan mücevherlerden çok, takıldığında kıyafete farklı bir anlam ve şıklık katacak, kullananların modunu yükseltecek parçalar olacak. Sürdürülebilirlik ise üretim aşamasından tanıtım aktivitelerine kadar her adımda önemli bir boyut. Bazı parçalar birden farklı şekilde ve formatta kullanılabilecek. "Fashion item" veya eskiyecek ürünlerden ziyade, anlamıyla birlikte sonraki kuşaklara da aktarılabilecek parçalar olmasını hedefliyorum. Şimdilik bu kadar detaya girebiliyorum, dahası ürünler ilgililerle buluştuğu zamana sürpriz olsun.
Kurumsal hayatın içinden gelen biri olarak bir markayı sıfırdan kurmanın en büyük sürprizi ne oldu?
Bunu mesleğimin danışmanlık boyutu ile cevaplayabilirim, çünkü hem ironik hem de keyifli bir durum var. Kurumsal hayatta danışmanlık tarafında kişilere/ekiplere neyi nasıl yapmaları gerektiği konusunda tavsiyeler veren kişi oldum. Şimdi bu konuda bana tavsiye veren biri olmadan, kendi başıma üreten taraftayım. En heyecan verici kısmı da potansiyelimi keşfetmek ve bir şey yaratabileceğimi görmek oldu.
Stiliniz de yakın markajımızda. Siz kendi stilinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Spor giyimde tamamen sneaker, jean ve sweatshirt rahatlığını tercih ediyorum. Son derece casual ve neredeyse sıfır makyaj... İş kıyafetlerimde pantolonlar, yumuşak ceketler ve rahat ayakkabılar daha çok ön planda, çünkü trafikte zaman kaybetmek yerine sıklıkla metro kullanıyorum ve bazen çalışma saatlerim uzun oluyor. Sosyal hayat ve davetlerde genellikle elbise veya etek-bluz kombinleri tercih ediyorum, feminen detaylar olmasını seviyorum. Topuklu ayakkabılar vazgeçilmezim. Hatta genellikle önce hangi ayakkabıyı giyeceğime karar verip kombini ona göre belirliyorum. İçinde rahat olmadığım hiçbir kıyafette ve ayakkabıda kendimi şık hissetmediğim için seçimlerimi o açıdan çok dikkatli yapıyorum. Aksesuar olarak da daha çok küpe ve kemer üzerinde dururum.
Moda ile ilişkiniz sezgisel mi yoksa planlı mı?
Ön planda kendi klasik anlayışım var. Trendlerden her zaman için haberdarımdır. Bana yakışacağını düşündüğüm parçalar olduğunda stilime yansıtırım, ki bu aslında çok sık olmaz. Bir seyahat, davet, önemli bir toplantı olduğunda ise mutlaka kombinimi çok öncesinde hazır ederim. Bu perspektifle de çoğunlukla ihtiyaçtan ziyade stilime uygun güzel parçalara rastladığımda alışveriş yaparım; aramakla bulunmuyor çoğu zaman.
Mücevher sizce bir stil tamamlayıcısı mı, sizin için nasıl bir anlamı var?
Şıklıkta fark yaratan asıl kısım mücevher bence. Takan kişinin zevki ve gustosu ile ilgili de bir gösterge. Mücevheri yalnızca takmak değil, izlemek, sohbetini yapmak bile bana iyi geliyor.
Takip ettiğiniz Türk ya da uluslararası tasarımcılar kimler?
Giyimde Balmain, D&G, Valentino, McQueen favorilerim. David Koma'yı da takip ediyorum ancak bana eskisi kadar hitap etmiyor. Ayakkabıda Louboutin, Rene Caovilla ve Aquazzura ilk üçüm. Mücevherde David Morris, David Yurman, Chopard, Baumer, Garrard, Cartier ve Bulgari en ilgiyle takip ettiklerim. Türk tasarımcılardan Bee Goddess ve Melis Göral'ı beğeniyorum. Henüz isim yapmamış, potansiyeli olduğunu düşündüğüm yerli marka ve tasarımcıları da izliyorum. Ayrıca Begüm Khan'ın parçalarını da çok beğeniyor ve alıyorum.
Sizin için "vazgeçilmez" dediğiniz üç gardırop parçası nedir?
Siyah elbiselerim, bodysuit'lerim ve Louboutin ayakkabılarım.
Bu yaz için belirlediğiniz rotalar var mı? Tatil planlarınızı sizden dinleyebilir miyiz?
Bizim tercih ettiğimiz deniz-güneş tatil destinasyonu Antalya. Dolayısıyla geçen yıllardaki gibi bir kez yaz başında bir kez de yaz sonunda ailece Antalya'ya gideceğiz. Eşimle birlikte Bodrum ve Çeşme "long weekend" programlarımız olacak. Eylül başında ailece Edinburgh seyahatimiz var. Coğrafyası ve havası çok güzel. Ekim'de de eşimle New York planımız var.
Seyahatlerinizde daha çok ne ararsınız; keşif, huzur, ilham, lezzet?
En başta keşif geliyor. Dolayısıyla şehir tatilleri benim için her zaman denizgüneş tatillerinden önce geliyor. Yeni gittiğim şehirlerde de klişe turistik deneyimlerdense, lokal keşifler yapabildiğim zaman çok mutlu oluyorum. Huzur tabii ki olmazsa olmaz. O nedenle olabildiğince planlamaları gideceğim destinasyonların off-season'ına göre yapıyorum. Sonrasında ilham geliyor, lezzet ise en son. Tabii ki güzel yemek de bir keyif ama öncelik değil.
Şimdiye kadar sizi en çok etkileyen seyahat destinasyonu hangisiydi?
Ürdün seyahati beni çok etkiledi. Vizesiz ve kısa sayılabilecek bir uçuş mesafesinde bambaşka bir gezegene gitmiş gibi hissettim. Muazzam bir tarih var; Vadi Rum'da safari ve yıldızları seyretmek, Petra'yı yürümek, ölü deniz, kızıl deniz. Rüya alemi gibiydi. Ekonomi açısından da enteresan, mesela Ürdün dinarının dolardan ve euro'dan daha değerli olduğunu öğrendiğimde şaşırmış ve ayrıca çok da etkilenmiştim.
Seyahatlerinizden ilhamla tasarımlarınıza yansıyan özel bir anınız oldu mu?
Aslında iş fikirim bir seyahat sırasında ortaya çıktı. Geçmişte de tasarımlarım olmuştu ama daha çok kendim kullanmak için. Beni bu konuda cesaretlendiren arkadaşlarım da oldu ama bir iş fikri olarak düşünmemiştim hiç. Bu yıl yaptığımız şampanya bölgesi seyahati sırasında gezdiğimiz yerler; malikaneler, mahzenler ve sanat eserleri bana cesaretin bir adım ötesine geçerek ilham vermiş oldu.
Sizi günlük hayatta en çok besleyen şeyler neler?
Ailemle dingin, sakin ve telaşsız zaman geçirmek beni en çok besleyen ve mutlu eden şey. Eşim ve oğlumla sohbet etmek müthiş keyif veriyor bana. Oğlum ile birlikte ben de geliştiğimi hissediyorum; sabır, hoşgörü, sevgi gibi duyguları evlat sahibi olduktan sonra daha yoğun yaşamaya başladım. Eşim hem sevgilim hem en iyi arkadaşım. Hiç vazgeçmediğimiz "date night"larımızdan, günlük hayatımı onunla paylaşmaktan, karşılıklı fikir alışverişinde bulunmaktan ve birlikte dedikodu yapmaktan müthiş keyif alıyorum. Bireysel olarak bana en iyi gelen şey ise dans etmek. Uzun yıllardır tango ve salsa yapıyorum. Benim için hem bedensel hem de ruhsal terapi aynı zamanda.
Boş zamanlarınızda sizi en çok mutlu eden rutinleriniz neler?
"Me time" yapmayı çok severim. Nişantaşı'nda oturuyoruz. Günün herhangi bir zaman diliminde tek başıma kahve içmek, kendime bir öğlen yemeği ısmarlamak, o esnada tüm bağlantılarımla ilişkimi kesip dış dünyayı izlemek beni dinlendiriyor. Yakın zamanda boks yapmaya başladım ve çok sevdim. Tempom elverdikçe haftada iki gün boks antrenmanı, bir gün de pilates yapmaya gayret ediyorum. Bu arada dünyada neler olup bittiğini de takip etmeye çalışıyorum bir yandan; politika, ekonomi, teknoloji, moda, yaşam...
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek