Hayatım boyunca unutamayacağım gecelerden biri. Paris'in gümüşe çalan göğü altında, elinde şamdanlarla yürüyen bir prenses gibi hissettiğim o gece... Tarihin neredeyse nefes aldığı, aynalarla dolu salonlarında yankılanan ayak seslerimizle zamanın donduğu bir yer: Versay Sarayı. Üstelik yalnız değilim. Yanımızda profesyonel rehber ve tarihçi, anlatımın usta ismi, dostum Saffet Emre Tonguç var. Ve evet, bu gece yalnızca bize ve konuklarımıza ait... Geçtiğimiz iki hafta sonu boyunca, beş duyu ile harmanlanan, olağanüstü butik deneyim turları yapan Five and More Travel'ın küratörlüğünde, Türkiye'den gelen çok özel bir konuk grubuyla birlikte Paris'in kalbinde, adım adım tarihin ve sanatın izini sürdük. Her anı belleğime kazınmış bu turun hikayesini sizinle paylaşmak istedim.
Versay, ihtişamın simgesi. Barok mimarinin doruk noktası. 17'nci yüzyılın en güçlü hükümdarlarından biri olan Güneş Kral XIV. Louis'in dünyaya "ben buradayım" dediği saray... İşte bu sarayın kapıları, o akşam yalnızca Türk misafirler için özel olarak açıldı. Misafirler arasında kimler yoktu ki? Yeşim Hattat, Yasemin Çağlar, Türkan Özilhan, Pınar Ayaydın, Sema-Onur Sürmeli, Alize Tansever, Ceyda Düvenci, Ayşe Burcu Kaya, Güliz-Hakan Öztürk, Fikriye-Pürlen Yeter, Mine-Derin Aksu, Saniye Gürün, İlke Shah ve iki hafta sonunda bu deneyimi yaşayan yaklaşık 70 sanatsever misafir... Sarayın devasa aynalı salonlarında yürürken, Saffet'in zarif ve bilgiyle örülmüş anlatımı eşliğinde, kraliyet balolarının müziğini duyar gibi oldum. Duvarlardaki goblenler, altın avizeler, zarif sütunlar, bahçelere bakan sonsuz aynalar... Hepsi, sanki o gece geçmişten bize fısıldıyordu.
Ertesi gün, rotamızı Paris'in en bohem, en karakterli semtine çevirdik: Le Marais. Bu semt, bana göre Paris'in ruhudur. Kimi zaman bir yazar masasını kimi zaman bir ressamın tuvalini taşır bu sokaklar. Victor Hugo, Picasso, Jean Cocteau, Simone de Beauvoir... Hepsi bu sokaklarda iz bırakmış. Bu kez mikrofon hem Saffet'te hem de bendeydi. Misafirlerimizi, Victor Hugo'nun Place des Vosges'daki evinden, Carnavalet Müzesi'ne, Archives Nationales bahçelerinden Pompidou'ya kadar uzanan bir sanat ve tarih yolculuğuna çıkardık. Rotamızın bitiminde, modern sanatın Paris'teki en güçlü koleksiyonlarından biri olan, François Pinault'nun Bourse de Commerce'teki koleksiyonunu gezdik. Misafirlerimize bu koleksiyondaki eserleri ve sanatçıları anlatmak, benim için de müthiş bir deneyimdi.
Paris'te konakladığımız Plaza Athénée, Art Deco'nun ve zarafetin tanımıydı. Bahçeli süit odalarda sabah kahveleri, avizelerin altında edilen sohbetler... O unutulmaz Versay gecesinin ardından, gastronomi sahnesinin yıldızlarından Gordon Ramsay'in Michelin yıldızlı restoranında enfes bir akşam yemeğiyle damağımızı da şımarttık. Ramsay'in "duyusal sadelik" anlayışı, Fransız mutfağına duyduğu saygıyla birleşmişti.
Pazar sabahı otelimizden ayrılarak son durağımız olan Giverny Köyü'ne doğru yol alıyoruz. Güller içindeki bu nefis köy; Orta Çağ'da küçük bir çiftçi yerleşimi olarak önem kazanmış, köyün çevresine manastırlar ve küçük tarikat yapıları inşa edilmiş. Ancak Giverny'nin kaderi, 1883 yılında Claude Monet'nin bu küçük köye taşınmasıyla değişiyor. Monet, Paris'in karmaşasından kaçarak bu pastoral köyde evini, bahçesini ve en ünlü tablolarını yaratıyor. 43 yıl boyunca burada yaşayan Monet; Japon köprüsü, nilüfer havuzu, ayçiçekleri ve irislerle bezenmiş bahçesini adeta yaşayan bir tuvale dönüştürüyor. Önce nilüferlerle dolu, zamanı yavaşlatan bir bahçede yürüdük. Ardından Monet'nin Japon sanatından da izler taşıyan sade ama rengarenk evini gezdik. Turun finalini ise yine konuklarımıza özel olarak açılan tarihi bir şatoda, bağların arasına kurulu masalarda gerçekleşen bir öğle yemeğiyle yaptık. Tabaklarımızdaki her lezzet, doğanın ve Fransız mutfağının kucaklaşmasıydı.
Five and More Travel, benim bir turizm profesyoneli ve Sanat Danışmanı olarak birlikte çalışmayı en sevdiğim seyahat acentelerinden biri. Esra ve Halilcan Albayrak, dünyanın her yerine, butik deneyim turları tasarlıyor. Bu iki hafta sonu boyunca, onların kusursuz organizasyonu sayesinde Paris bize sadece tarihini, sanatını, mutfağını değil; kendine özgü zarafetini de açtı. Her adımda her lokmada, her anlatıda o kentin yüzlerce yıllık belleğini hissettik. Ve bir kez daha anladım ki; Paris anlatılmaz, Paris yaşanır. Hele ki yanında bir tarihçi, bir sanat tutkunu ve tutkulu konuklarla birlikteysen...