Moda sahneleri her zaman ışık, zarafet ve biraz da drama vadeder. Bu ay, moda dünyasının güvenilir barometresi olan Lyst Endeksi'nde Saint Laurent'in "sessiz lüks"e kafa tutan cüretkar estetiğiyle zirveye yerleşmesine tanıklık ettik. Diğer yandan her ışıltının ardında hayal kırıklıkları da gizli: Kim Kardashian, Jennifer Lawrence ve Sydney Sweeney gibi isimler bu ayki kırmızı halı şıklık sınavından ne yazık ki geçemedi. Öte yandan LACMA Art+Film Galası'nda Gucci'nin sofistike gücü adeta bir vizyon manifestosu sundu. Ve Balmain'in ikonik Kreatif Direktörü Olivier Rousteing'in 14 yıllık efsanevi dönemi sona erdi. Louvre Müzesi'ndeki yedi dakikalık gizemli soygun ise gerçek hayatın filmlere taş çıkaran dramını yaşattı. Detaylara gelin birlikte devam edelim.
Bella Hadid, Anthony Vaccarello
Son dönemde moda sahnesine hakim olan "sessiz lüks" akımının fısıltılarını hepimiz duyduk. Ancak, bazı markalar var ki, o fısıltıların aksine, kendi davul sesleriyle yürüyor ve zirveye çıkıyor. Moda dünyasının en güvenilir barometresi olan Lyst Endeksi'nin üçüncü çeyrek verilerine göre, işte tam da bu noktada Saint Laurent, dengeleri alt üst ederek adeta bir manifestoyla zirveye oturdu ve hepimizin dikkatini o çarpıcı, cüretkar estetiğe çekti. Lyst'in markalar arasındaki bu son sıralamasında iki basamak birden yükselerek listenin en tepesine yerleşen YSL, önceki çeyreklerin lideri Miu Miu'yu bir sıra geriletti. Bu hareketlilik sadece bir sıralama değişikliği değil, aynı zamanda moda dünyasındaki estetik bir çatışmanın da sinyali. Bir yanda YSL'nin başarısının en büyük itici gücü olan, 1.000 dolarlık fiyat etiketine rağmen modern zarafetin ve rafineliğin simgesi olarak görülen Le Loafer'ın aylık aramalarında yüzde 66 artış sağlaması, markanın arzu edilirliğini kanıtlıyor. Bu talep patlaması, ana şirket Kering'in genel satışlarda düşüş bildirmesine rağmen, Saint Laurent'in hazır giyim ve ayakkabı gibi ana ürün gruplarında çift haneli büyüme göstermesiyle de tescilleniyor.
Peki bu görkemli yükselişin sırrı ne? Kreatif Direktör Anthony Vaccarello, markaya adeta bir nefer gibi sahip çıkarak, her sezonda aynı "cool" ve keskin duruşu koruyan, tutarlı ve sürdürülebilir bir estetik sistem kurdu. Bu istikrar, markayı sadece anlık trendlerin takipçisi olmaktan çıkarıp, onlara yön veren bir güce dönüştürdü. YSL, tıpkı geçen sezon Bella Hadid'in görünümleriyle öne sürdüğü "boss woman" (güçlü kadın) tarzında olduğu gibi, her dönem mutlaka bir ikonik parçayı (bir "diva"yı) veya yeni bir trendi ortaya koyuyor. Örneğin, bu sezon belin altından başlayıp son derece kabarıklaşan paraşüt etekler gibi cesur parçalarla moda gündemine damga vurmayı başardı. Markanın stratejik ve doğru ünlü iş birlikleri de bu vizyonun gücünü perçinliyor.
Demi Moore
Los Angeles County Sanat Müzesi'nin (LACMA) geleneksel Art+Film Galası, her yıl olduğu gibi sanatı ve sinemayı desteklemek üzere fon toplarken, aynı zamanda kırmızı halının en sofistike şıklık anlarına da ev sahipliği yaptı. Bu özel gece, yalnızca müzenin sergilerini, eğitim programlarını ve sanatla filmin kesişimini destekleme amacını taşımakla kalmıyor; modanın da en zarif vitrinlerinden biri haline geliyor. Bu yılki kırmızı halı geçidi, moda dünyasında dikkat çekici bir ortak paydayı gözler önüne serdi: Gucci. Gecenin ana sponsoru olan bu ikonik marka, favori isimlerimin tamamının tek ortak tercihiydi. Markanın kreatif yönündeki potansiyel değişimlerin (özellikle Demna Gvasalia'nın olası etkisinin markaya "kötü geleceği" yönündeki spekülasyonlara atıfla) şıklık çıtasını düşürebileceği ve Gucci giyenlerin hayal kırıklığı yaratabileceği yönündeki beklentilerin aksine, bu yılki görünüm geçidi beklentilerin çok üzerine çıktı.
Kaia Gerber, Cindy Crawford
Kırmızı halıdaki bu çarpıcı ve sofistike görünümler beni fazlasıyla mutlu etti. Sponsorluk ve marka elçiliğinin bu denli başarılı bir uyum içinde işlenmiş olması, ünlülerin tercihlerindeki bilinçli zarafet ve yüksek şıklık oranıyla markanın ne kadar doğru bir yolda olduğunu kanıtladı.Bu büyülü geceden aklıma kazınan ve sofistike şıklığın tanımını yeniden yapan isimler, Gucci'nin zarafetini kusursuzca taşıdı. Kaia Gerber'in modern ve sade çizgilerdeki seçimi, Cindy Crawford'un zamansız cazibesiyle birleşti. Kırmızı halının kraliçelerinden Demi Moore ve genç neslin ilham perisi Elle Fanning'in tercihleri, markanın çok yönlülüğünü kanıtlar nitelikteydi. İtalyan model Vittoria Ceretti'nin duruşu ise, bu kolektif şıklık tablosunu tamamlayan son fırça darbesi gibiydi.
Antonin Tron
Moda dünyasının güçlü ve ışıltılı sahnesinde nadiren bir ayrılık, bir vedadan çok bir dönemin kapanışı hissi yaratır. İşte tam da bunu yaşıyoruz: Balmain'in ikonik Kreatif Direktörü Olivier Rousteing, tam 14 yıl süren ve markayı küresel bir güce dönüştüren iş birliğine resmen son verdiğini duyurdu. Henüz 25 yaşında, Paris'in köklü bir moda evinin dümenine geçerek en genç kreatif direktör unvanını alan Rousteing, Balmain'i kelimenin tam anlamıyla kendi enerjisiyle yeniden yarattı. Onun vizyonu, lüks modanın sınırlarını zorlayan, özgüvenli ve cesur bir duruşa sahipti. Rousteing, güçlü omuz hatları, zengin işlemeler ve iddialı silüetlerle Balmain'i sadece giysi tasarlayan bir marka olmaktan çıkarıp, adeta bir güç ve özgüven sembolü haline getirdi. Yaratıcılığını destekleyen bu güçlü kitleye "Balmain Ordusu" adını verdi ve bu kavram, moda literatürüne geçti. Rousteing'in mirası, tasarımlarının ötesine uzanıyor. O, aynı zamanda modanın demokratikleşmesinde öncü bir isimdi. Sosyal medyayı bir iletişim aracı olarak kullanan ilk kreatif direktörlerden biri olarak, lüks ile popüler kültürü harmanladı ve haute couture'ü sokaktaki herkesin erişebileceği bir konuşma konusu haline getirdi. Onun liderliğinde Balmain, ticari açıdan zirveye ulaştı ve haute couture podyumlarına muhteşem bir dönüş yaptı. Ancak her güzel şeyin bir sonu ve dönüşümü var, kabul etmeliyiz ki Balmain Rousteing ile o eski şaşalı, trend yaratan günlerine devam edemiyor. Couture dünyasında harikalar devam etse de hazır giyim 10 sene öncesi kadar konuşulmuyor. Balmain, Rousteing'in ayrılığının ardından, kreatif direktörlük koltuğuna Antonin Tron'un oturduğunu duyurdu. Kendi markası Atlein ile tanınan Tron, kumaşın fizikselliğine ve ustalıkla uyguladığı drapaj sanatına odaklanan bir tasarımcı. Şimdi tüm gözler, yaratıcılık ve zanaatkârlık mirasına odaklanacağı belirtilen Tron'un, merakla beklenen ilk koleksiyonunu Mart ayında Paris podyumuna taşımasına çevrildi.
Emma Corrin
Jennifer Lawrence
Bu ay da kırmızı halılar ve etkinlikler pek çok unutulmaz Styling'in bir yıldızı vezir de rezil de edebileceğini bir kez daha anladığımız çarpıcı bir örnek karşımıza çıktı: Jennifer Lawrence. Kendisine hiç yakışmayan bir Dior tasarımla kırmızı halıda yürüdü. Elbette, bu tarz tasarımlar kişisel tercihimiz olmayabilir; ancak Jennifer'ın üzerinde, lüks bir tasarım parçasından çok, etek üstüne giyilmiş kalitesiz bir polyester tuniği andırıyordu. Tasarımcı koltuğunda Jonathan Anderson gibi bir ismin oturduğunu bilerek, kullanılan malzemenin en üst kalitede olduğundan emin olabiliriz. Yine de, bu görünümde bir kalitesizlik algısı oluşuyorsa, bu styling'e ve kıyafetin yıldızla kurduğu uyumsuzluğa yazılmalıdır. Belki bu tasarım bambaşka bir isimde ve farklı bir stille denenseydi, yine beğenilmeyebilirdi ama asla bu denli "kalitesiz" bir izlenim yaratmazdı.
Kim Kardashian
Son zamanlarda kariyerine oyuncu kimliğini de ekleyen Kim Kardashian da bu ayki stil gündemimizin odak noktalarındandı. Yeni hukuk draması dizisi All's Fair'in Londra'daki prömiyeri ve partisine katılan Kim, hukuk fakültesini yeni bitirmiş, üzerine çalışamayınca dizisini çekmeye karar vermiş gibiydi adeta! Üstelik, eş zamanlı gerçekleşen 45. yaş kutlamalarındaki görünümü de ne yazık ki yine son derece kötüydü ve stil anlamındaki hayal kırıklıklarımızı artırdı. Ekim ayının başındaki Valentino defilesine katılan Tuba Büyüküstün de stil listemizin hayal kırıklıkları arasında yerini aldı. Ve nihayet, bu ay gördüğümüz en büyük stil kazası... Power of Women kırmızı halısına katılan Sydney Sweeney, "gücünü nereden aldığının" altını çizen Christian Cowan imzalı bir kıyafetle boy gösterdi. Sweeney'nin seksapelliğiyle öne çıkmak istemesi anlaşılabilir; ancak kadınlar için manevi anlamı bu denli yüksek olan bir gecede, bu kadar iddialı bir seçim yapmak doğru bir tercih değildi. Sweeney'nin bu seçimi, bu ayın listesindeki en kötü stil olarak zirveye oturdu.
Paris... Aşkın, zarafetin ve elbette modanın kalbi. Bu şehrin en görkemli yapısı, sanatın tapınağı Louvre Müzesi, geçtiğimiz haftalarda akıllara durgunluk veren bir olaya sahne oldu. Öyle bir olay ki, filmlere konu olacak cinsten... Sözde "kilit dayanmaz" dedikleri bu olsa gerek, çünkü büyük bir tarihi miras, tam da paha biçilmez kıymetiyle sergilenirken, adeta el ayak çekilmişçesine sessizce çalındı. Bahsettiğim şey, Fransa Kraliyet Mücevherleri. Ne yazık ki, Napolyon'dan İmparatoriçe Eugénie'ye uzanan o görkemli dönemin izlerini taşıyan sekiz parça, tarihin en göz alıcı ziynetlerinden bazıları, bir Pazar sabahı, müzenin açılışından sadece yarım saat sonra, yedi dakikalık bir operasyonla buhar oldu. Hırsızların hedefi, müzenin birinci katındaki I. Napolyon'un eşi Marie-Louise'in zümrüt kolyesi ve küpeleri, Kraliçe Hortense'in safir seti ve en çok dikkat çekeni, III. Napolyon'un zarif eşi İmparatoriçe Eugénie'nin tacı, broşu ve kemer tokası gibi parçaların sergilendiği Apollon Galerisi'ydi.
Peki bu profesyonel çete, Seine Nehri'ne bakan bir balkona mekanik bir asansörle nasıl ulaştı? Bir pencereyi kırarak içeri süzülen dört kişilik bu çete, mücevherleri hızla alarak motosikletler ve ardından araçlarla ortadan kayboldu. Kaçış sırasında ise çalınanlardan biri olan İmparatoriçe Eugénie'nin tacı maalesef kırık bir şekilde müze dışında bulundu. Büyük bir mirasın kayboluşuyla, Louvre Müzesi "istisnai nedenlerden" ötürü ziyarete kapatıldı, soruşturmalar sürdü. Olayın ardından müzenin bazı salonlarında kamera yetersizliği gibi güvenlik açıkları olduğu iddiaları da tartışılmaya başlandı.
Bu soygun, yalnızca tarihi bir kayıp olmakla kalmadı, aynı zamanda sosyal medyada bir gizeme dönüştü. Olay yerinde, eski moda bir yelek ve fötr şapka giyen şık bir genç fotoğraflandı. Bu fotoğraf hızla viral oldu, internet onu yapay zeka ürününden gizli hırsıza kadar birçok kimlikle speküle etti. Oysa bu dedektif filmi karakteri gibi giyinen genç, sadece Sherlock Holmes hayranı 15 yaşındaki Pedro Elias Garzon Delvaux'ydu ve tesadüfen o gün müzeyi gezerken fotoğraflanmıştı. Bu spekülasyonlar son bulurken, polisler asıl soyguncuların peşine düştü. Ve işte hikâyenin beklenen sonu: Paris savcılığı, olayın arkasında uluslararası organize suç örgütlerinin değil, Paris'in fakir bir bölgesinden gelen, aralarında çocuklu bir kadının da olduğu dört suçlunun olduğunu açıkladı. 88 milyon euroluk bu soygunu gerçekleştirenler, çalıntı bir araç, bir kesici ve bir merdiven kullanarak dakikalar içinde işlerini bitirmişlerdi. Şu ana kadar sadece kırık taç bulunabildi ve mücevherlerin yeniden kesilerek yurt dışına kaçırılmış olmasından endişe ediliyor.