Bir tasarımcıyı yalnızca çizdiği silüetler, seçtiği kumaşlar ya da sunduğu koleksiyonlarla tanımlamak eksik kalır. Çünkü gerçek stil kodlarını, yaşama biçiminin frekansları oluşturuyor. Selma Çilek Çiftçi'nin dünyasındaysa stil, giyinmenin ötesinde düşünmek, hissetmek ve zamanı yavaşlatabilmek anlamına geliyor. Kendi ritminde kalan, modanın hızlı dünyasına karşı iç sesini dinleyen biri o. Milano'da şekillenen estetik duyarlılığı, İstanbul'da köklenen zarafetiyle birleşince de ortaya zamansız ama güncel, sade ama etkileyici bir moda dili çıkıyor. Her sezon, yeni bir duyguyu giysiyle anlatma isteği onu heyecanlandırmaya devam ederken tasarımları sadece şıklık değil, aynı zamanda bir hayat hissi sunuyor. Biz de onun gardırobunun yanı sıra yaşam alanlarını, düşünce biçimini ve ilham kaynaklarını da irdeliyoruz. Kendisi hem duruşu hem de yaşamındaki her detayla sadeliğin, işlevselliğin ve kişisel duyarlılığın birleştiği noktada gerçek stilin nasıl var olduğunu gösteriyor. Audrey Hepburn'ün zarafetinden 60'ların mimarisine, evdeki bir sabah kahvesinden swarovski detaylı bir jean'e uzanan anlatılarla, bir tasarımcının hem iç dünyasına hem de estetik pusulasına birlikte bakıyoruz.
Zevklerimiz mesleğimize dönüşünce zamanla ilk günkü heyecanı arayış da bir o kadar artabiliyor. Peki modada ve tasarım kariyerinizde sizi hâlâ heyecanlandıran şey nedir?
Modada beni en çok heyecanlandıran şey, her koleksiyonla birlikte kendimi yeniden keşfetme süreci. Her sezon, farklı bir hikaye anlatma ve kadınların hayatlarına dokunma fırsatı sunuyor. Sürekli yenilenme ve dönüşüm hali, tasarım sürecini benim için vazgeçilmez kılıyor.
Zamansızlık, koleksiyonlarınızda sıkça vurguladığınız bir değer. Sizce bir kıyafeti tam anlamıyla "zamansız" kılan detaylar neler?
Zamansızlık, sadelik ve işlevselliğin birleşiminden doğar. Koleksiyonlarımda, kaliteli kumaşlar ve özenli işçilikle desteklenen sade tasarımlar yaratmaya özen gösteriyorum. Bu yaklaşım, parçaların yıllar boyu değerini korumasını ve insanların yıllar boyu severek bıkmadan kullanmalarını sağlıyor.
Tasarımlarınızda fonksiyonellik kadar duyguların da önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Sizce bir giysinin "duygusu" nasıl yaratılır?
Bir giysinin duygusu, tasarımcının o anki ruh haliyle başlar. Kumaş ve kesim, bu duygunun dışavurum araçlarıdır. Benim için her parça, bir hissiyatın somutlaşmış halidir.
Moda endüstrisi günümüzde çok hızlı tüketilen bir düzleme dönüştü. Siz bu hıza yetişmek veya yavaşlatmak adına nasıl bir denge kuruyorsunuz? Dengelemek için ilham kaynaklarınız var mı?
Moda dünyasının hızlı temposuna rağmen, ben kendi ritmimi korumaya çalışıyorum. Doğadan, sanattan ve günlük yaşamdan ilham alarak, sürdürülebilir ve anlamlı tasarımlar yaratmaya odaklanıyorum. Fast fashion'ı kovalamak yerine ben her zamanki gibi senede dört koleksiyon hazırlayarak sezonları yakalamaya çalışıyorum. Ve sevilen, beğenilen ürünleri sezonlarca hatta yıllarca tekrar tekrar üretip satışa sunuyorum; zamansızlığı yakalayıp bu hızlı tüketilen moda algısını yavaşlatmak için.
Bu yıl gardırobunuza katılan en şaşırtıcı parça neydi? Sizi bile şaşırtan bir seçim yaptıysanız, hikâyesini merak ediyoruz...
Bu yıl gardırobuma katılan en şaşırtıcı parça, tamamen swarovski kaplı jean pantolon ve yine aynı şekilde onun jean ceketi oldu. Normalde daha sade tasarımlar tercih ederim, ancak bu parçaları çok farklı buldum ve bana enerji verdi, stilime farklı bir dokunuş kattı.
Evinizin içinde sizin için zamanın durduğu ve düşüncelerinizle baş başa kaldığınız bir köşe var mı?
Evimdeki en özel köşe, sabah kahvemi içtiğim, çocuklarla birlikte kahvaltı ettiğimiz alt katımız. Evin en alt katı çocukların hem oyun alanı hem bizim yaşam alanımız. Evdeki zamanımızın çoğunu geçirdiğimiz, ailecek en mutlu anlarımızı paylaştığımız yer orası. Çocukların sesleri, birlikte dinlediğimiz şarkılar, birlikte izlediğimiz filmler her şey o odada olduğu için benim için adeta terapi gibi.
Her insanın estetik hafızasında bir arketip saklıdır; bir dönem, bir mimari stil, bir film sahnesi... Sizi biçimsel olarak etkileyen böyle bir imge varsa bu hangisiydi?
Estetik hafızamda, 1960'ların minimalist mimarisi ve Audrey Hepburn'ün zarafeti önemli yer tutuyor. Bu unsurlar, tasarımlarımda sade ama etkileyici detaylar olarak kendini gösteriyor.
Yaşam alanınızı düzenlerken stilinizi yasladığınız bir felsefe var mı?
Yaşam alanımda da gardırobumda olduğu gibi "az ama öz" felsefesini benimsiyorum. Her obje ve detayın bir anlamı olmalı; gereksiz kalabalıktan her zaman kaçınırım. Çok yoğun çalıştığım için açıkçası evin düzenini değiştirmeye pek vakit bulamıyorum, ara ara aklıma bazı fikirler geliyor fakat gerçekten bir türlü hayata geçiremiyorum. Fazlalıkları çıkarmaktan ziyade eksikleri bile tamamlayacak vakit bulamıyorum.
Kendinizden ve gözlemlerinizden yola çıkarsanız sizce birinin zevkleri, yaşamının hangi döneminde gerçekten kristalize olur? Kendi zevklerinizin oturduğunu fark ettiğiniz bir kırılma anı oldu mu?
Zevkler, zamanla ve deneyimle şekillenir. Benim için bu, Milano'daki eğitim sürecimde gerçekleşti. Farklı kültürler ve estetik anlayışlarla tanışmak, stilimi ve tasarım yaklaşımımı derinleştirdi. İstanbul'a taşındığımda ise bu zevkler biraz daha oturdu. Yıllar geçtikçe tabii ki değişen zevklerimiz mutlaka oluyor ama genel anlamda insanın tarzının pek değişmediğine inanıyorum.
Ev dizayn sürecini tanımlarsanız; tüm detayları bir galeri gibi yerleştirenlerden misiniz, yoksa yaşanmışlığın izini taşıyan bir düzen mi tercih ediyorsunuz?
Evimi, yaşanmışlıkların izini taşıyan bir alan olarak görüyorum. Her obje, bir anıyı veya duyguyu temsil eder. Bu yaklaşım, evime sıcaklık ve kişilik katıyor. İşim dışında özel hayatımda ve evimde çok detaycı bir insan değilim, gözüme güzel görünen bir şey benim için tamamdır. Üzerine çok fazla düşünüp kusur aramam.
Birini stil sahibi olarak tanımlamanız için ilk baktığınız noktalar neler olur?
Birinin stil sahibi olduğunu, kendine özgü ve tutarlı bir tarzı olduğunda anlarım. Kıyafetlerin kişinin karakterini yansıtması ve özgüvenle taşınması, gerçek stilin göstergesidir. Zaten stil sahibi olan bir insanı hemen anlarsınız, tüm trendlerin peşinden giden, kendine yakışmasa da yine de giyen insanlar istedikleri kadar güzel giyinsinler yine de stil sahibi olmadıklarını çok rahat anlayabilirsiniz.
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek