Sadece fondan ibaret sandığımız mekanların aslında detaylarla nasıl yeni bir dile dönüşebileceğine şahitlik ettiğimiz bir andayız. Esma Dereboy'un Four Seasons Hotel Bosphorus'un eşsiz manzarasında, tasarımlarıyla kurduğu zarif sofrayı bu dile ait bir cümle gibi okumak mümkün. Hem de etrafında toplanan herkesi huzur, akış ve bağlam üzerinden konuşturan türden... Zaten Esma Dereboy'un aynı kendi stil anlayışında olduğu gibi tasarımlarında da estetik ile kullanım eşdeğer bir öneme sahip. 2008 yılından beri sıradan toprağı ellerinde zamansız bir forma dönüştürürken; modern minimalizmle geleneksel dokunuşları ustaca harmanlıyor. Biz de kendi tasarımlarıyla hazırladığı sofranın etrafında toplanırken stilden tasarıma uzanan yaşamının her köşesini irdeliyoruz.
Çamurla kurduğunuz ilişki ilk günden beri hem teknik hem duygusal bir yolculuk olsa gerek. Bugün hâlâ sizi bu alanda en çok heyecanlandıran şey ne?
Beni hâlâ en çok heyecanlandıran şey, yeni bir ürünün fikir aşamasından itibaren başlayan yaratım süreci... Bir formun, bir dokunun ya da bir hikâyenin zihnimde belirmesiyle birlikte tasarlama, geliştirme, deneme ve üretme aşamaları... Hele ki bir tasarım, hayal ettiğim gibi ürüne dönüşüp bir de başkasının hayatında anlam buluyorsa; işte o an, bu yolculuğun en kıymetli karşılığı oluyor.
Evinizdeki ve sofranızdaki dokuyla renk tercihleriyle ürünleriniz arasında bağı nasıl dengeliyorsunuz? Satın aldığınız dekorasyon ürünlerinde bu noktada dikkat önceliğiniz nedir?
Doğal dokular ve sakin renk paletleri benim için bir zemin oluşturuyor. Kendi ürettiğim parçaların evimde birer "oyuncu" gibi rol almasını seviyorum. Alışverişte ise gözüm hep malzemede ve el işçiliğinde.
Günümüzde tasarım dünyası da hızlı tüketime maruz kalıyor. Siz bu hıza karşı nasıl bir üretim ve düşünce ritmi kuruyorsunuz? Yavaşlamak sizin için ne ifade ediyor?
Ritmi sanırım biraz daha zamansız parçalar üreterek yakalıyorum. Yavaşlık benim için sadece üretim süreci için bir duruş. Seramik, doğası gereği hızla bağdaşmıyor. Kilin kurumasını beklemek ve fırından çıkan sonucu sabırla görmek, sürecin bir parçası. Bu ritmi korumak hem üretimime hem de hayata bakışıma denge getiriyor.
"Origins İstanbul Koleksiyonu"nda tarihsel dokularla çağdaş yorumlar iç içe geçiyor. Bu koleksiyonun evinizdeki varlığını nasıl tanımlarsınız? Sizce yaşanabilir bir alan ile kültürel hafıza arasında nasıl bir ilişki kurulmalı?
"Origins İstanbul Koleksiyonu"nda şehrin yüzyıllardır süregelen çok katmanlı yapısını ve kültürel mirasını çağdaş bir bakış açısıyla yorumladım. Organik hatların modern dokular ve geleneksel izlerle buluştuğu koleksiyonun her detayında; Boğaz'ın zarafetini, Tarihi Yarımada'nın hafızasını ve İstanbul'un geçmişle geleceği aynı potada eritmek önceliğim oldu. Bu koleksiyonla kente adanmış şiirsel bir anlatı sunmak istedim. "Origins İstanbul"u evimde bir temel gibi görüyorum. Orada geçmişe saygı, bugüne ait bir ifade dili ve zamansızlık var. Yaşanabilir alanlarla kültürel hafıza arasında kurduğum bağ da tam olarak bu: kökleri olan ama esneyebilen bir yaşam biçimi.
Bu yıl evinize kattığınız en şaşırtıcı parçanın hikâyesini merak ediyoruz...
Japonya seyahatimde birçok mini dükkândan, yelpaze yapılması için üretilmiş desenli kağıtlar topladım. Onları bir duvar için enstale etmeyi planlıyorum. Şaşırtıcı diyemem ama benim için heyecan verici olduğu kesin.
Ondina Koleksiyonu'nda suyun dalgası, akışkanlık ve doğallık ön planda. Bu koleksiyon sizin için sadece görsel değil, neredeyse meditatif bir ifade gibi. Ondina'nın temsil ettiği hissi nasıl tarif edersiniz?
Ondina, bir taşın suya temas anında yarattığı ilk halkadan yola çıkarak, akışkan formu ve yalınlığı birleştiriyor. Su zaten benim için çok derin bir metafor: temizleyen, dönüştüren, taşıyan. Ondina da bu hissi gündelik hayata taşımak için tasarlandı. Görsel bir hafiflik kadar zihinsel bir akış hissi de taşıyor. Koleksiyondaki her parça, özenli sofralarda doğayla kurulan bağa sessizce eşlik ediyor.
Sizce bir insanın zevkleri, hayatının hangi döneminde netleşmeye başlar? Kendi stilinizin oturduğunu fark ettiğiniz belirgin bir kırılma anı oldu mu?
İnsan gelişen ve değişen bir varlık. Şu anda en üst versiyonumu yaşıyorum gibi hissediyorum ama bu soruyu aynı şekilde gelecek sene de sorarsanız, yine "şu anda" derim. Kırılma noktasına değinecek olursak; herhalde 30'larımın başıydı diyebilirim.
Evinizi dekore ederken benimsediğiniz bir felsefe var mı? Örneğin, fazlalıkları eleyen mi olursunuz, yoksa her detayda bir hikâye arayan mı?
Her detayda bir hikâye arayanlardanım. Ruhsuz olan hiçbir şey beni cezbetmiyor. Objelerin, renklerin, kumaşların, hatta boşlukların bile bir anlamı olması gerektiğine inanıyorum. Bu yüzden zamana yayılan, katmanlı bir dekorasyon dili benimsiyorum.
Peki son olarak sizce bir evi "yuva" yapan nedir?
Yuva, aidiyetin ve rahatlığın aynı anda var olduğu yer. Biraz ses, biraz da sessizlik. Her şeyin mükemmel olmasına gerek yok ama her şeyin "senin" olması gerekiyor. Kokusu, ışığı, objeleri... Hepsi senin bir parçansa orası ev değil, yuvadır.
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek