İSTANBULLU OLMAK MI? İSTANBUL'DA YAŞAMAK MI?

"İstanbul'da yaşamak, İstanbul'lu olmak, her şeyden önce İstanbul'u anlamak, yaşamı anlamak, anlamlandırmak için altın fırsatlar sunuyor."

30 Temmuz 2015 Perşembe 11:18 | Son Güncellenme:
12 dakika okunma süresi

Beyoğlu’nun ayrı bir yeri var gönlümde… Aslında İstanbul, büyük ölçüde Beyoğlu’dur benim için… Çocukluğum, gençliğim, okul hayatım, aşklarım hep Beyoğlu’nda. Hani “anlatılmaz yaşanır” derler ya işte en uygun ifade... Sokaklarında hayatın her dem-i… Zengini fakiri, üniversitelisi alaylısı, liberali muhafazakarı onlarca kültür, onlarca dil, binlerce yaşam iç içe… Beyoğlu’nda yaşamın renkleri öğretir hayatı. İyiyi kötüyü, güzeli çirkini, kısaca yaşamın kendisini bulursunuz. Sokak arasındaki köfteci Ali’den New York restoranlarına taş çıkartacak bir terasa geçebilir, salaş bir meyhanede birkaç kadeh devirip, dünyaca ünlü bir sanatçının konserine yine Beyoğlu sokaklarında tanıklık edebilirsiniz. 

Sokak aralarında kayboldukça, tarihin izini sürmeye başlıyorum. Başımı kaldırıp eski binaların duvarlarına bakıyorum… Apartmanlarına giriyorum… Kapısında, penceresinin kenarında oturmuş yaşlı bir teyzeyle sohbet ediyorum… Ayyaş Cengiz ile karşılaşınca es geçmiyorum. Kirli elbiselerin ve sarhoşluğun içinde gizlenmiş makine mühendisi, yurt dışında şiirleriyle ödül almış bu adam, eğer günündeyse hayata dair neler verebilir neler… Çiçek Pasajı’ndan geçerken de Anahiti anmadan geçemiyorum… Yıllarca akordeonu ile Beyoğlu’nun sesi olan Anahit’in tınıları hala yankılanıyor mekanında…
Nevizade bile eskisi gibi değil… Mezeler fabrikasyon, muhabbetler yüzeysel… Nevizade’nin İmrozlu’su Baba Yorgo yok artık.


Beyoğlu’nun simgelerinden biri: Madam Anahit
Bir Rum gencine, Yorgo’ya aşık olduktan sonra akordeon çalmaya başlayan Anahit, 42 yıl boyunca Çiçek Pasajı’ndaki misafirlerine “Yıldızların Altında” şarkısını söyledi. Çiçek Pasajı’nı mesken edinen İstanbul Beyefendileri’nin misafiri oldu. Ta ki, İstanbul çehresini değiştirene kadar. Kendine “Cebi Delik” ünlü diyecek kadar mütevazı, son günlerindeki zor koşulların içinde makyajını yapıp, hanımefendiliğinden hiçbir şey kaybetmeyecek kadar güçlüydü. Çiçek Pasajı’nın masalarını tutanlar değiştikçe Anahit, Çiçek Pasajının yaşlı akordeoncusu muamelesini görmeye başladı. Kalabalığın arasına sıkışmış beyefendiler ise masalarında Anahit’i ağırlamak için gider olmuşlardı Çiçek Pasajı’na. Çiçek Pasajı’nda İstanbul’u yaşatan son çiçek olmuştu.
Şanslıyım biliyor musun? Şanslıyım çünkü “Yıldızların Altında’yı hem çocukluğumda hem gençliğimde Anahit Kuyrig (abla)’in sesinden dinledim. İlk tanıştığımda yanımda hovarda dedemleydik. Sokağın başından dedemi tanımış, masamıza gelmiş, dedemin onu görür görmez doldurduğu kadehini tokuşturmuştu. O gün, şen şakraklığını aralara kata kata sohbet ederken, aşık olduğu Rum gencinin ismini fısıldadı masaya... Fısıldadı ve gözleri dolu dolu daha bir sarılarak dokundu akordeonuna... Sanki bir sır belledim o anı. Adı geçen, anılan dost sohbetlerinde bile kimselere söylemedim. Söylemeyeceğim de... O gün masada çiçekli bluzu, siyah eteği, gelen, elinde bir iki bilezik, kulaklarında küpeleriyle karşımda oturan Anahit ile bizim sırrımız. Kim bilir kaç kişi biliyordur ya bunu.. Ne önemi var ki? Çocukluğumdan bir derin anı... Ve o gece tuvalete giderken, ayağına bastığımda gülümseyip, başımı okşayan, güzel olan her şeye aşık olan kadındı...

Yirmili yaşlarımda Çiçek Pasajı’na giderken ise karşımda başka bir Anahit Kuyrig (abla) vardı. Yan masalarda sofra adabını bile birkaç sima arayıp bulamazken, muhabbet yerine gürültü içinde içerken Anahit, bir son umuda dönüşmüştü benim için... Ama o farklıydı artık. Gözleri bir hüzünlü bakar olmuştu. Yıllarca o sokakları izleyen gözler buğulu bakıyor, bıkkınlık, umutsuzluk yüzündeki derin çiziklere yansıyordu. Gülümseyişinde hala çocukluğumda tanık olduğum kadın yaşıyordu, bir anda da sönüp çok uzaklara gidiyordu. Son gününe kadar eksik etmediği ruju, makyajı ve gözlükleriyle... Çuvalla para verseler bile hoşlaşmadığında çalmayan kadın, ikinci eşinin ölümünden sonra geçinebilmek için düğünlerde bile üç beş kuruşa çalar olmuştu. İçki alemindeki tek kavgamdı, Çiçek Pasajı’nda Anahit ile dalga geçenlerin masasına koşmam... Bilmiyorlardı bu kadının nasıl soylu bir aileden geldiğini, bir zamanlar boğazda yalıları olduğunu... 

Onu tanıyanlar azaldı... Sokaktaki çalgıcılarla, hatta dilencilerle karıştırılır, aynı muameleyi görür oldu. Binalar değişiyordu, kıyafetler değişiyordu, insanlar cep telefonlarından konuşuyordu, ama Beyoğlu ölüyordu. Anahit’in yaşamına tanıklık eden insanlar gibi, sokaklar da, binalar da yitiyordu. Mide kanserine yakalanan Anahit, hasta olduğu dönemde bile kaçtı gitti Çiçek Pasajı’na. Akordeonun nağmelerini armağan etti, her geçen gün uzaklaştığı yabancılara...

Çiçek Pasajı’nın kapı komşusu Üç Horan Kilisesi’nde sessizlik hakimdi, dostlar ya gelmemişler ya da çoktan onun yeni yaşamında karşılamaya gitmişlerdi. Dostların nicesi çoktan göçüp gitmişti... Kilisenin sessizliğine rağmen akordeonundan dökülenler kulaklarını dolduruyordu üç beş kalanın...
Anahit Kuyrig, ne zaman gitsem Çiçek Pasajı’na, bırak pasajı Balık pazarına, aklımda gelmediğin bir gün olmuyor. Son günlerinde “Burada ölüp gideceksin, yaşlandın” diye kovaladılar seni... Nafile... Öyle bir yerleşmiş ki makyajın, rujun, hanımefendi duruşun; öyle bir sinmiş ki parmaklarından dökülen notalar silinmiyorsun, kaybolmuyorsun. Varsın tanımasın seni yeni alemciler, varsın kadehler tokuşurken gözükme gözlerine sen ordasın... 

Hem sadece ben hatırlamıyorum ki seni... Nice aşıklar sen Yıldızların Altında’yı söylerken sarılmadılar mı birbirlerine... Derdini dinlemedin mi yüzlerce müdavimin... Sen her birinin Beyoğlu hikayesinde yaşıyorsun... Bak o hınzır dediğin gülüşümle söylüyorum ki merak etme, seni anmadan anlatamazlar Pera’yı...

Sadece Çiçek Pasajı değil, Beyoğlu dolup taşıyor her bir sokağında... Masalarda yer kalmıyor, kadehler boş durmuyor. Muhabbet, muhabbet olmasa da muhabbete benziyor. Ben de arasına karışıyorum sokakların... Bir iki tek atıyorum. Biliyor musun artık Çiçek Pasajı’ndan çok doluyor Asmalı... Nevizade ise bildiğin Nevizade...Son günlerinde Çiçek Pasajı’ndan çok geldiğin Nevizadede müdavimler masalarını kaptırmıyor... Efe’ler, efeliklerini sürdürüyor.

Birazdan çıkacağım... Bugün canımı sıkan bir sürü şeye, senin duruşunla gülümseyeceğim. Yeni arkadaşlarını kıskanıyorum. Kimbilir onlara neler çalıyorsundur. Aramızda da hiç susmamalısın. Pera’yı Pera yapan daha yüzlerce değerin yaşamak zorunda... Aşıklar için, yazarlar için, besteciler için, İstanbul’u yaşayanlar için... Kulaklarımda Kazancidis’in İparho’su... Tüylerim diken diken oluyor, siyah beyaz videosuyla dinleyince... Kızma... Yapamadım... Gözlerim dolmadan masamdan kalkamadım. Huzur içinde uyu ve gülümse....
Hepimiz aynı gemideyiz
Dünyanın  ve ülkenin yaşadığı değişimlerle kaçınılmaz olarak yaşanan göç, popüler kültür İstanbul’u yaşlandırsa da, kirletse de, üzse de İstanbul dimdik ayakta duruyor. Getirdikleri, götürdükleri, trafiği, sorunları her ne olursa olsun kızamıyorum ona… Küsemiyorum… Piyer Loti’den Haliç’e, Kız Kulesine ya da Hisar’dan Boğaz’a baktığımda geçiyor kızgınlığım. Affedemediğim ona kötü davrananlara…  Hala İstanbul’da yaşamanın İstanbullu olmak olmadığını anlayamayanlara, bir türlü sahiplenemeyenlere… 
Alması gereken bir paye, sunması gereken bir kanıt yok İstanbul’un. Sokaklarında, yapılarında, manzarasında, toprağında “Ben bir kültür şehriyim.” diyor. Öte yandan bir kültür şehri olarak İstanbul, farklılıklarına sahip çıkmak zorunda… Farklı kültürlerin renkleri daha fazla gözükmedikçe, sesleri duyulmadıkça İstanbul, popülizmin pençesinde dünyanın tüm büyük kentlerinin yaşadığı yozlaşmayla tüketecek kendini. İstanbul’un dev kulelere, postmodern yapılara, gösterişe ihtiyacı yok. İstanbul’un gücü, farklılığı özünde, tarihinde, farklı kültürlerin bileşiminde… Aynı sokakta, aynı anda duyulan ezan ve çan seslerinde… 
İstanbul, Türkiye, dünya... Hepimiz aynı gemideyiz ve her birimiz birbirimize ve üzerinde yaşadığımız toprağa  hem sevgiyle, hem saygıyla yaklaşabilecek olanız. 
İste bu yüzden tüm yaşanılanlara rağmen umudum var… 

EN ÇOK OKUNANLAR

Mayıs Ayı Burç Yorumları

Mayıs Ayı Burç Yorumları

20 dakika okunma süresi
Deva Cassel'ın En İyi 10 Stil Görünümü

Deva Cassel'ın En İyi 10 Stil Görünümü

1 dakika okunma süresi
“Challengers” Filmi İncelemesi

“Challengers” Filmi İncelemesi

14 dakika okunma süresi
Özge Gürel ile Dubai Keşfi

Özge Gürel ile Dubai Keşfi

16 dakika okunma süresi
İlkbahar/Yaz 2024 Podyumlarından En Güzel Saç Aksesuarları

İlkbahar/Yaz 2024 Podyumlarından En Güzel Saç Aksesuarları

1 dakika okunma süresi

DAHA FAZLASI

Elie Saab ve Tor Holding İş Birliği

Elie Saab ve Tor Holding İş Birliği

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve BCA Global, Çocuklar İçin Bir Arada

Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve BCA Global, Çocuklar İçin Bir Arada

Abtira'dan Yenilikçi Yaklaşım

Abtira'dan Yenilikçi Yaklaşım

Sunset Grill&Bar 30. Yılını Dany Brillant ile Kutluyor

Sunset Grill&Bar 30. Yılını Dany Brillant ile Kutluyor

Sürüş Deneyimi: Audi e-tron GT

Sürüş Deneyimi: Audi e-tron GT

Saçların Güzellik Rutini: Tangle Teezer ve Everclaw

Saçların Güzellik Rutini: Tangle Teezer ve Everclaw

Zamansız Koleksiyon: HiVa Atelier

Zamansız Koleksiyon: HiVa Atelier

Titanic Deluxe Golf Belek'te Eğlenceli Bayram

Titanic Deluxe Golf Belek'te Eğlenceli Bayram

Şehirde Gündelik Rutininize Yogayı Ekleyin

Şehirde Gündelik Rutininize Yogayı Ekleyin

Eğitim Maratonu

Eğitim Maratonu

Bütünsel Cilt Bakım Serisi: Caudalie

Bütünsel Cilt Bakım Serisi: Caudalie

Tudor Ailesinin Yeni Üyeleri

Tudor Ailesinin Yeni Üyeleri