Selin Bozkurt, kariyerini iletişimle başlatıp sanatta derinleştirerek çok katmanlı bir yolculuğun izini süren isimlerden. Kurucusu olduğu Manifesto PR'da stratejiyi yaratıcılıkla buluştururken, "İyilik İçin Sanat Derneği" aracılığıyla genç sanatçılara alan açıp, sanatın iyileştirici gücünü toplumsal dönüşümün merkezine yerleştiriyor. İş dünyasında, sivil toplumda ve kültür sanat alanında kurduğu bağlar; onun hem vizyoner hem de dönüştürücü kimliğini besliyor. Zamanın ruhunu yakalayan projeleri, estetik ve anlamı buluşturan bakış açısıyla Selin Bozkurt, kendi alanında hem iz bırakan hem de iz süren bir lider olarak öne çıkıyor.
İletişim sektörü, perde arkasındaki emeği ve yoğun temposuyla, bilmeyenler için merak uyandırıcı bir sektör. Peki siz bu dünyaya nasıl adım attınız, yola çıkarken aklınızda nasıl bir gelecek vardı?
İletişim benim için hiçbir zaman yalnızca bir meslek olmadı; farklı sektörlerde edindiğim çok katmanlı deneyimlerin içinden süzülerek gelen bir yaşam biçimi hâline geldi. Enerjiden finansa, gayrimenkulden teknolojiye ve uluslararası iş geliştirmeye uzanan bu yolculukta gördüm ki, markalarla toplum arasında gerçek ve anlamlı köprüler kurmak, ancak samimi bir anlatıyla mümkün. İletişim sektörüne 2005 yılında adım attıktan sonra 2019 yılında ortaklarımla birlikte Manifesto Halkla İlişkiler'i kurduk. Hedefimiz, sektörün klasik yaklaşımlarının ötesine geçip, hikâyeye dayalı, yaratıcı ve stratejik bir anlayış geliştirmekti. Turizmden sanata farklı disiplinlerde edindiğim deneyimler, bana her sektörün kendine özgü bir dili olduğunu, ama her markanın güçlü bir hikâyeye ihtiyaç duyduğunu öğretti. Bugün geriye baktığımda görüyorum ki, kurduğum her cümlede, yönettiğim her projede ve attığım her adımda iletişimin görünmeyen değil, iz bırakan tarafını inşa etmeye çalışmışım. Bu bakış açısı yalnızca Manifesto'da değil, kurucusu olduğum "İyilik İçin Sanat Derneği" ve "Bosphorus Cigar Club"da da yolumu aydınlatan temel rehber oldu. Çünkü ben, iş dünyasında da toplumsal hayatta da yalnızca başarı değil, "anlam" peşindeyim. Bu anlam arayışını besleyen en önemli yanlarımdan biri de öğrenmeye duyduğum bitmeyen merak. Her gün en az bir yeni kelime, bir yeni bilgi öğrenmeye çalışırım.
İstanbul gibi bir şehirde yaşarken hem üretmek hem de ilham almak kimilerine göre kolay olduğu gibi kimilerine göre zorlayıcı olabiliyor. Sizi bu şehirde hâlâ heyecanlandıran, zihninizi açan detaylar neler?
İstanbul, her sabah yeniden uyanan, kendi ruhunu baştan yazan bir şehir. Bazen kaotik, bazen romantik... Ama tam da bu çelişkili yapısı beni besliyor. Her köşe başında başka bir hikâyeye, her sokağında yeni bir çağrışım imkânına rastlıyorum. Bir duvar resminin önünde durmak, eski bir pasajda çalan nostaljik bir melodiye kulak vermek, sabahın erken saatlerinde Boğaz'dan yükselen gemi sesini duymak... Bunlar zihnimi açan küçük ama etkili anlar. İstanbul, okumayı bilen için bir kitaptan farksız: kimi zaman yorucu ve kalabalık, kimi zaman ise derin ve ilham verici. Benim için bu kitabın en özel sayfalarından biri Boğaz. Bebek'te sabahın erken saatlerinde kulaç atarken yalnızca bedenimi değil, zihnimi de arındırıyorum. Suyun içinde olmak, zamanın dışına çıkmak gibi bir şey... O akış içinde, iç sesimi daha net duyabiliyor, düşüncelerime alan açabiliyorum. İstanbul hâlâ bana her adımda bir şey öğretmeye devam ediyor. Bu da belki hiç bitmeyecek bir öğrenme yolculuğu. Zaten beni en çok heyecanlandıran şey, öğrenmenin kendisi. İstanbul gibi katmanlı bir şehirde yaşamak ise bu merakı elbette her gün yeniden besliyor. Bu yoğunluğun içinde, doğada köpeğim Mylo ile yaptığım yürüyüşler de bana iyi geliyor. Doğaya; toprağa, ağaca yakın olmak zihnimi dengeleyen özel anlardan. Hayvanlarla kurduğum bağ da bana her seferinde sade ama derin bir sevgi halini hatırlatıyor.
"İyilik İçin Sanat Derneği", yalnızca genç sanatçılara üretim alanı açmakla kalmıyor; aynı zamanda onların hayata bakışlarını da dönüştüren bir süreci destekliyor. Sanatın bir "iyilik hali" yaratma gücüne dair sizin kişisel tanımınız nedir? Bu tanımın bu yola çıkmanıza nasıl bir etkisi oldu?
Benim için sanat, sadece bir ifade biçimi değil, ruhun şifalanması, insanın kendine ve çevresine yeniden bakabilmesidir de. Sanat; empatiyi, yüzleşmeyi, iç görüyle düşünmeyi mümkün kılar. Bu yüzden sanat, bana göre iyiliğin en güçlü taşıyıcılarından biri. "İyilik İçin Sanat Derneği"ni kurarken de bu inançla yola çıktım. Genç bir sanatçının üretim yapacağı alan bulamaması, sadece bireysel bir sorun değil, aslında toplumun kültürel damarlarının tıkanması anlamına geliyordu. Biz bu damarları yeniden serbest bırakmak, genç sanatçılara yalnızca bir "fırsat" değil, bir yön, bir yankı alanı sunmak istedik. Bugün geldiğimiz noktada, yüzlerce sanatçının üretim sürecine tanıklık etmiş olmanın verdiği inançla söyleyebilirim ki sanat, sadece sanatçıyı değil, ona dokunan herkesi dönüştürür. Ve bu dönüşüm, sadece estetik bir deneyim değil, kolektif bir iyilik hâlidir. Bu iyilik hareketini çoğaltmamıza vesile olan tüm destekçilerimize ve bugün burada röportajımıza ev sahipliği yaparak otelinin kapılarını bize açan, sanata duyarlılığı ve koleksiyoner kimliğiyle her zaman yanımızda olan Unit Group ve Les Ottomans'ın sahibi Sayın Ünal Aysal'a da gönülden teşekkür ederim.
"Pasajda Bir Yıl" gibi projelerde sanatçılar yalnızca eser üretmiyor; aynı zamanda bir sürecin, bir dönüşümün parçası oluyor. Bu dönüşümün süreç içinde izleyiciye ve topluma yansıyan tarafını nasıl tanımlarsınız?
"Pasajda Bir Yıl" projesi, bizim için yalnızca bir sanat mekânı yaratmak değil, bir iç yolculuğa, bir yaratım sürecine eşlik etmek demekti. Genç sanatçılara bir yıl boyunca aynı mekânda üretim yapma şansı verdik. Zamanla, yalnızlıkla, sabırla, kendine dönmeyle oluşan bir derinlikti bu. Fiziksel alanın yanı sıra, koleksiyoner buluşmalarından sosyal görünürlüğe, marka iş birliklerinden profesyonel gelişim fırsatlarına kadar çok yönlü bir destek sunduk. Bu süreçte bazı sanatçılar kendi atölyelerini kurdu, bazıları uluslararası sergilere katıldı. Kimi için bu bir başlangıçtı, kimi içinse yön değiştirici bir kırılma. Toplum ise bu projede yalnızca izleyici değil, dönüşümün bir parçası oldu. Çünkü izleyen de değişti, bakan da düşündü, dokunan da etkilendi. Bu nedenle projemize katkı sunan, destek veren kurumlara da minnettarız. Onların katkısı, genç sanatçıların hayallerine ortak olmak anlamına geliyor çünkü.
Markalarla kurduğunuz ilişkide ve yaratım sürecinizde "hikâye anlatıcılığı" nasıl bir rol oynuyor? Size göre iyi bir marka hikâyesi nasıl yazılır?
Marka iletişimini yalnızca kampanyalarla değil, anlamla örmek gerekiyor. İyi bir marka hikâyesi, samimi, "utterly" ve zamanın ruhunu yakalayabilen bir anlatı olmalı. O hikâyeyi yazarken önce dinlemeli, sonra doğru kelimelerle ifade etmeli. Biz Manifesto'da markaları sadece tanıtmıyor, onları anlamaya ve anlamlı kılmaya çalışıyoruz. Bir marka ister finans sektöründe, ister sanat alanında olsun, önce kendi nedenini bilmeli: Neden var? Kime ne söylüyor? Nasıl bir iz bırakmak istiyor? Benim ve ekibin iletişimdeki yaklaşımı, bu sorulara yanıt bulmaktan geçiyor. Bu yaklaşımın somut bir örneği de arkadaşım Handan Aral ile kurduğumuz Haral Design. Haral, yalnızca estetik bir moda markası değil; kültürel mirasa, kadın girişimciliğine ve dostluğa dayanan bir hikâyenin ürünü. Her parça, dokumasıyla, deseniyle, ilham kaynağıyla bir hikâye anlatıyor. Bence iyi bir marka hikâyesi tutkuyla, samimiyetle ve zamanın ruhuna direnmeden doğar.
Bugüne kadar onlarca sanatçıyla bire bir temas kurdunuz. Genç bir sanatçının ilk üretimlerini yaparken yaşadığı kırılmalar ya da aydınlanmalar size neler hissettiriyor?
Genç bir sanatçının ilk kez tuvalin başına geçtiği o anlar, kelimelerle tarif edilemeyecek kadar kırılgan ve özel. Gözlerindeki heyecan, tereddüt, sonra gelen güven... Her biri bir dönüşümün parçası. Bu süreçte ben sadece bir gözlemci değil, kimi zaman yol arkadaşı, kimi zaman güven veren bir omuz, kimi zaman da sadece orada duran bir tanık oluyorum. Her üretim süreci bir kimlik inşası. Genç sanatçılar, üretimleriyle kendilerini yeniden tanımlıyor, dünyaya kendi pencerelerinden bakmayı öğreniyor. Bu yolculuğa tanıklık etmek, her seferinde insanın yaratıcı potansiyeline olan inancımı tazeliyor. Onların içsel dönüşümü, benim bakış açımı da dönüştürüyor.
Sanat ile iyilik kavramları yan yana geldiğinde çoğu zaman romantik bulunabiliyor. Oysa siz bunu somut projelerle, sürdürülebilir modellerle uyguluyorsunuz. Sanatın sosyal faydaya hizmet eden bir araçtan öte bir köprü olduğuna nasıl ikna oldunuz?
"İyilik İçin Sanat Derneği"ni kurarken hayalimiz, sanatın iyileştirici ve birleştirici gücünü daha çok insana ulaştırmaktı. Bugün yüzlerce genç sanatçının üretimine tanıklık etmiş olmak, bu hayalin ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyor. Sanat, insana kendi iç dünyasını yeniden anlamlandırma ve başkasının hikâyesine empatiyle yaklaşma fırsatı sunuyor. Bu yüzden bizim için sanat, bir aracı değil, bir köprü. Biz bu köprüde sanatçıyı, izleyiciyi ve markaları bir araya getiriyoruz. Sanatla iyilik kavramını birleştirmek ilk bakışta romantik görünebilir ama biz bunu ölçülebilir ve sürdürülebilir modellerle somutlaştırıyoruz. Bir çocuğun ilk fırça deneyimi ya da Anadolu'dan İstanbul'a taşınan bir sanatçının hikâyesi, bu köprünün gerçek örnekleri. Sanat, sosyal faydayı amaçlamaz ama onu doğasında taşır.
Gezdiğiniz 66 ülke, bu yolculuklar, yeni kültürler ve anlatılarla karşılaşmak sizi nasıl dönüştürdü?
Seyahat etmek benim için sadece yeni şehirler görmek değil, yeni düşünce biçimlerine temas etmek anlamına geliyor. Gittiğim her yerde sanatın, mimarinin, gündelik hayatın izini sürerim. Bu deneyimler bana kültürler arası geçişkenliği, evrensel anlatıları ve sanatın sınır tanımadığını hatırlatıyor. Örneğin son dönemde St. Petersburg'daki Hermitage Müzesi'nde Dice Kayek'in İstanbul'dan ilham alan "Topkapı" koleksiyonunun müzeye kabul edilmesini yerinde gözlemlemek büyük bir onurdu. Bu tür deneyimler, yerelden evrensele uzanan özgün anlatıların gücünü bana yeniden hatırlatıyor. Örneğin Hermitage Müzesi'nin çağdaş sanatlardan sorumlu müdürüyle tanıştıktan sonra, "İyilik İçin Sanat Derneği" ile müze arasında bir eğitim programı hayata geçirme sürecine başladık. Seyahatte kurulan bağların sanatın evrensel dilinde nasıl somut projelere dönüşebileceğini görmek gerçekten hem ilham verici hem de motive edici.
Geleceğe dair sürprizleriniz var mı, heyecan verici planlarınız arasında neler var?
Geleceğe dair en büyük hedefim, sanat ve iletişimin birleştirici gücüyle daha fazla insana ulaşmak. Sınırların ötesinde iş birlikleri kurmak, kültürel diyaloğu artırmak ve sanatın dönüştürücü etkisini daha geniş kitlelere taşımak istiyorum. "İyilik İçin Sanat Derneği" ile yeni projeler geliştirerek, Türk sanatının uluslararası görünürlüğünü artırmak önceliklerimden biri. Daha önce iş birliği yaptığımız Metropolitan Müzesi ve bugün Hermitage Müzesi gibi dünya çapındaki kurumlarla yaptığımız temaslar, bu vizyonun önemli adımları oldu. "İyilik İçin Sanat Derneği" için uzun vadeli en büyük hayallerimizden biri de bir sanat müzesi kurmak. Bunun yanı sıra bu yıl itibarıyla 81 ilde daha da köklenmeyi hedefliyoruz. Her ilde daha çok genç sanatçıya ulaşmak, yerel ile evrensel arasında bağ kurmak istiyoruz. Aynı zamanda Bosphorus Cigar Club gibi niş ama derin bağ kurmaya imkân tanıyan topluluklar üzerinden de yaşam kalitesini yükselten platformlar oluşturmayı hedefliyorum. Manifesto olarak da Türkiye'deki köklü iletişim deneyimimizi, yurt dışında yeni köprülerle büyütmeye devam edeceğiz. Özetle, daha fazla paylaşım, daha derin bağlar ve daha anlamlı dokunuşlarla, sanat ve iletişim aracılığıyla dünyada bir iz bırakmak istiyorum. Bu vesileyle ALEM okurlarına da bir çağrım olacak: Bir iyilik hareketinin parçası olmak, bir sivil toplum kuruluşuna üye olmak, yalnızca destek vermek değil, aynı zamanda kişinin kendisini beslemesi anlamına geliyor. "İyilik İçin Sanat Derneği"ni diğer yapılardan ayıran en önemli farklardan biri, içinde sürekli öğrenme, gelişim ve paylaşım barındırması. Biz de hep birlikte her geçen gün öğreniyor, büyüyor ve dönüşüyoruz.
Fotoğraflar: Ertan Demirbilek