Çok sevdiğim The Truman Show 'un finalinde, Truman özgürlüğünü ilan edip, hayatı olarak bildiği o televizyon stüdyosunu terk ettikten hemen sonra, reality show'un sadık takipçileri önce onunla birlikte sevinirler, sonra bir saniyeliğine kendi düşüncelerine kapılırlar, ardından da karlı televizyon ekranıyla göz göze gelirler ve hızla silkenelip kumandayı ellerine aldıktan sonra ne izleyeceklerine karar vermeye çalışırlar. Bu sahneyi sinemada izlediğimde çok etkilenmiştim. O zamanlar seyrettiklerimizle aramızda daha uzun süreli bağlar kurabiliyorduk, sinemadan çıkıp eve gidene kadar, ertesi gün okulda, belki haftaya hafta sonu bir daha sinemaya gidene kadar o izlediğimiz filmle yaşıyorduk. Şimdi ise The Truman Show'un bu sahnesini bazen günde birkaç kez tekrarlarken buluyoruz kendimizi.
Son günlerde bir şeyler izlemek kendimizi dış etkenlerden korumanın en güvenli yollarından birine dönüştü. Yüzümüzü televizyonlarımızın led ekranlarına çevirip bazen boş boş bakmak bazen de bizimkinden bile daha büyük dertleri olan kişilere üzülmeyi seçiyoruz.
Son zamanlarda dikkatimizi vermeye en çok değen, farklı türlerden başlıkları bir araya getirmek istedim ben de bu yazıda. Belki gözünüzden kaçanlar olmuştur, notunuzu alın.
En çok keyif aldığımla başlayayım. İlk iki sezonuyla kalbimizi fetheden The White Lotus, üçüncü sezonuyla tartışmalara yol açtı. Ayrıca yeniden, "Her hafta bir bölüm dizi izlemek acaba daha mı iyi geliyor?" sorusunu sordurttu, sekiz bölüm ya da sekiz hafta boyunca gündemi meşgul etmek her yapımın harcı değil elbette ama üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Bu sezon hem karakter tahlilleri açısından oldukça doyurucuydu hem de yine birçok yıldız yarattı.
Madem The White Lotus'un yıldız yaratma gücünden bahsettik, Aimee Lou Wood'un başrollerden birinde olduğu Toxic Town'a da değinelim. Gerçek bir çevre felaketini anlatan dizi, 1980'lerde İngiltere'nin Corby kasabasında geçiyor. Eski bir çelik fabrikasının yıkımıyla ortaya çıkan toksik atıklar, birçok bebeğin deformasyonlu doğmasına yol açıyor. Dört bölümlük mini dizi, özellikle anneler arasındaki dinamikleri izlemek açısından çok keyifli.
Seth Rogen'ın hem yaratıcısı hem başrolü olduğu bu Apple TV dizisi, film sektörünün perde arkasını anlatıyor. İlk bölümde, Rogen'ın karakteri The Continental (Paramount ya da Universal gibi düşünün) isimli büyük bir Hollywood stüdyosunun başına geçiyor ve her bölüm de bir filmin vizyona girmeden önce yaşayabileceği her türlü kaos anlatılıyor. Diziyi eğlenceli kılan en önemli faktörlerden biri ise konuk oyuncuları; Martin Scorsese, Greta Lee, Ron Howard, Anthony Mackie, Zoe Kravitz gibi isimler kendilerinin abartılı birer versiyonunu canlandırıyorlar.
Bu diziyi izlemeden önce bir uyarı: Ana karakterin kanser olduğu zaman zaman unutulabiliyor, ama bir noktada gerçek sertçe yüzünüze çarpıyor. Kısacası: Çok ağladım. Michelle Williams, dördüncü evre meme kanseri olduğunu öğrenen Molly'yi canlandırıyor. Terapistinin önerisiyle, ölmeden önce yapmak istediklerinin bir listesini çıkarıyor. Hiç zevk almadığını fark edince, kocasından ayrılıp bir keşfe çıkıyor. Ona hem bu keşif hem de tedavi sürecinde eşlik eden en iyi dostunu Jenny Slate, annesini Sissy Spacek canlandırıyorlar. Gerçek bir hikâye ve aynı isimli podcast'ten uyarlanıyor.
It's Always Sunny in Philadelphia ve Hacks'te izlediğimiz Kaitlin Olson, High Potential'da dahi bir kadını canlandırıyor. Üç çocuk annesi olan karakter, polis karakolunda temizlikçilik yaparken bir gece delilleri yanlışlıkla döküyor ve şüphelinin aslında kurban olduğunu fark ediyor. The Mentalist sevenler bayılacaktır. Beni aynı derecede neşelendiren bir başka dizi olan Elsbeth de ikinci sezonuna devam ediyor. The Good Wife ve The Good Fight'ın spin-off'u olan dizi, hafif görünse de son derece güçlü bir karaktere sahip. İkisini aynı başlıkta birleştirmemin bir diğer sebebi de, her iki dizinin de kostüm departmanlarının inanılmaz eğleniyor gibi görünmesi! Hem Elsbeth Tascioni hem de Morgan Gillory renk ve dokuları cesurca taşıyan harika kadınlar.
Bu dizi başlı başına bir başlığı hak etmese de Amanda Seyfried ve polisiye sevgim beni sonuna kadar izlemeye itti. Philadelphia'da geçen ama Philadelphia'da çekilmeyen dizide, Seyfried yaralı geçmişi olan bir polis memurunu canlandırıyor. Madde bağımlısı kız kardeşi ortadan kaybolunca, benzer üç overdose vakasının aslında cinayet olduğunu düşünüyor ve teşkilatı da buna ikna etmeye çalışıyor.
Yeni bir sitcom'umuz oldu! Nathan Lane, Matt Bomer ve Nathan Lee Graham, birlikte yaşamaya karar veren üç gay yakın arkadaşı canlandırıyor. Günceli mükemmelen yakalayan klasik Amerikan sitcomlarına her zaman yerim var ve yeni The Golden Girls'ümüz hayırlı olsun diyelim.
ER'dan tanıdığımız Noah Wyle, HBO'nun yeni medikal draması The Pitt'te doktor önlüğünü yeniden giyiyor. Hastane dizileri arasında kaybolup gitmemesi için kendini farklı bir noktaya konumlandırmış: Her bölüm, mesainin bir saatini anlatıyor ve toplamda 15 bölümden oluşuyor. Yapımcılar, Grey's Anatomy'nin pembe diziye daha yakın duran yaklaşımındansa The Wire gibi gerçekçi bir perspektif sunmak istemişler. İkinci sezon onayını aldı bile! (Grey's Anatomy'yi hâlâ izleyen biri olarak yazıyorum bunları.)
Radarımdakiler;
1. Black Mirror 7. sezonuyla Netflix'e döndü, izleme listesine ekleyin!
2. Hacks 4. sezonuyla bu ay geri döndü, Deborah ve Ava'nın sevgi dolu atışmalarının ateşlendiği yeni sezonu merakla bekliyorum!
3. Yepyeni bir dizi ve daha başlamadan ikinci sezon onayıyla geldi: Your Friends and Neighbours'da Jon Hamm, bütün servetini kaybedip yaşadığı zengin mahallesindeki komşularını soymaya karar veren bir fon yöneticisini canlandırıyor.
4. The Last of Us 2. sezonu geliyor. Oyun dünyası adaptasyonları genelde sevilmez ama bu herkesin kalbini kazandı. Yine oldukça dramatik ve bir o kadar da gerilimli geçecek yeni sezonu sabırsızlıkla bekliyorum!
5. The Handmaid's Tale sonunda final yapıyor. Bunca zaman izledik, Gilead'in çöküşünü görmeyi hak ettik!
6. You 5. sezonuyla veda ediyor. Joe yine bir şekilde paçayı kurtaracak mı bakalım.
7. Nathan Fielder'ın HBO için yarattığı benzersiz ve tuhaf bir reality-dizi deneyi olan The Rehearsal'ın ikinci sezonunu da merakla bekliyorum.
8. Gibi! Şahane başladı altıncı sezon, Yılmaz ve arkadaşlarına selam olsun!
Bu başlıkların yanı sıra yıllar sonra yeniden ve bilmiyorum kaçıncı kez Mad Men izlemeye başladım. Verdiğim en doğru kararlardan mı yoksa çıtayı bu kadar yükselterek kendi sonumu mu hazırlıyorum, bilmiyorum. 1960'ların Amerika'sına, kadınların toplumdaki, iş yerindeki ve ailedeki yerlerine, ev ve ofisteki rol dağılımlarına, tüketim kültürüne, özenle ve incelikle yaratılmış karakterler üzerinden çok keskin gözlemlerde bulunan bir dizi Mad Men. İzlememiş olanlara tavsiye, yeniden izlemek isteyenlere de hatırlatma niteliğinde...
Fotoğraflar: Netflix, MAX, Disney+, TOD