2025 yılı, Avrupa müzeciliği için sarsıcı bir döneme dönüştü. Kıta genelinde peş peşe yaşanan hırsızlıklar, köklü kültür kurumlarının bile ne kadar savunmasız kalabildiğini gösterdi. Hollanda'dan Fransa'ya uzanan bu dalga, yalnızca paha biçilemez eserlerin değil, ortak bir kültürel hafızanın da sessizce yitip gitmesine yol açtı.
19 Ekim sabahı, Paris'in kalbindeki Louvre'da beklenmedik bir hareketlilik vardı. Dört maskeli kişi, Galerie d'Apollon'a tırmanmak için "monte-meubles" olarak bilinen elektrikli merdivenli bir kamyon kullandı. Dakikalar içinde camekanları kırıp Napolyon dönemine ait olan bir taç, kolye, bilezik ve kutsal emanet broştan oluşan sekiz mücevher parçayı yanlarına alarak kaçtı.
Eserlerin toplam değeri 88 ila 102 milyon euro arasında tahmin ediliyor. Fransız İmparatorluk ailesine ait olan bu parçalar, yalnızca tarihsel değil, simgesel bir öneme de sahipti. Hırsızlar, Seine Nehri yönüne scooter'larla ilerleyerek izlerini kaybettirdi. Müze üç gün boyunca kapalı kaldı; 22 Ekim sabahı yeniden açıldığında ise Galerie d'Apollon hâlâ karanlık ve sessizdi.
Uzmanlar, olayın profesyonel bir ekip tarafından planlandığı görüşünde. Ancak asıl zorluk, çalmakta değil, bu tür parçaları elden çıkarmakta. Louvre'un görkemli ama tarihsel olarak kırılgan yapısı, modern güvenlik sistemlerinin sınırlarını bir kez daha görünür kıldı. Estetik kaygılarla inşa edilen bu saraylar, günümüzün organize suç ağları için ironik biçimde kolay hedeflere dönüşüyor.
Louvre'daki soygunun yankıları henüz dinmeden, aynı gecenin ilerleyen saatlerinde bir başka müzede alarm çaldı. Landres'deki Denis Diderot Müzesi, yani Aydınlanma Evi, 18. yüzyıldan kalma bir konakta yer alıyor. Zarif mimarisiyle dikkat çeken bu yapı, güvenlik açısından kırılgan bir durumda. Gece yarısı içeri giren hırsızlar, kasalarda saklanan yaklaşık iki bin altın ve gümüş sikkeyi alıp sessizce uzaklaştı.
Yetkililer, hırsızların "yağmalanacak nesneleri büyük bir ustalıkla seçtiğini" belirtiyor. Fransız polisi, bu vakayı son aylarda yaşanan en az üç benzer olayla birlikte soruşturma altına aldı: Corrèze'deki Jacques Chirac Müzesi, Limoges'taki Adrien Dubouché Ulusal Müzesi ve Paris'teki Doğa Tarihi Ulusal Müzesi.
Bu zincir, Eylül ayında başlamıştı. 3–4 Eylül gecesi Limoges'taki Adrien Dubouché Ulusal Müzesi'ne giren hırsızlar, "ulusal hazine" statüsündeki üç Çin porselenini alıp ortadan kayboldu. Eserlerin toplam değeri yaklaşık 6,5 milyon euro olarak belirlenmişti.
16 Eylül'de Paris'teki Doğa Tarihi Ulusal Müzesi, jeoloji koleksiyonundan 1,5 milyon euro değerinde altın külçe ve parçaların kaybolduğunu açıkladı. Soruşturma kapsamında İspanya'da 24 yaşında bir Çinli kadın gözaltına alındı; ancak tek başına mı, yoksa daha geniş bir ağın parçası olarak mı hareket ettiği belirsizliğini koruyor.
Ekim ortasında, güneybatıdaki Sarran'da bulunan Jacques Chirac Müzesi iki gün içinde iki kez soyuldu. Müze, eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın görev yıllarında (1995–2007) aldığı yaklaşık 5.000 diplomatik hediyeyi barındırıyor. Silahlı kişilerce yapılan bu saldırılarda 1 milyon euro üzerinde değerli eşya çalındı.
Ardından gelen Louvre ve Diderot olaylarıyla birlikte tablo daha da netleşti. Artık kimse bunların rastlantısal birer hırsızlık olduğuna inanmıyor, yani tüm işaretler organize bir suç ağını gösteriyor.
Soygun dalgası yalnızca Fransa'yla sınırlı değil. Ocak ayında Hollanda'nın Assen kentindeki Drents Müzesi'nde, hırsızlar patlayıcı kullanarak müzeye girdi. Romanya'dan ödünç alınan antik altın eserlerle birlikte 2.500 yıllık Coțofeneşti Miğferi de ortadan kayboldu. Bu olay, Avrupa'daki Rumen suç şebekeleriyle ilişkilendirilse de gizemini hâlâ koruyor.
Avrupa'daki müzelerin çoğu, hâlâ eski güvenlik sistemleri ve sınırlı bütçelerle ayakta kalmaya çalışıyor. Küçük boyutlu ama yüksek değerli objeler; altın, mücevher, porselen gibi taşıması kolay olduğu için hırsızlar açısından cazip hedeflere dönüşüyor. Bu tür eserler kara borsada hızla el değiştiriyor ve izleri neredeyse tamamen siliniyor.
Ekim sonunda Fransa Kültür Bakanlığı, ülke genelindeki müzelerde güvenlik protokollerinin yeniden düzenlenmesi için kapsamlı bir inceleme başlattı. Ancak yüzyıllardır görkemiyle övülen bu yapılar, modern tehditlere nasıl uyum sağlayacak, henüz kimse bilmiyor.
Türkiye'de ise benzer bir soygun henüz yaşanmadı. Fakat Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ekim ayında müzeler için ulusal bir risk haritası hazırladığını duyurdu. Bu çalışma, yalnızca hırsızlık değil; doğal afet, vandalizm ve terör tehditlerine karşı da müzelerin kırılganlıklarını değerlendirecek. Anadolu'daki Hitit eserlerinden İstanbul'daki Bizans mozaiklerine kadar uzanan geniş miras, böylece daha sistemli biçimde korunmaya çalışılacak.
Avrupa'daki bu olaylar zinciri, kültürel mirasın yalnızca maddi değil, duygusal bir değer taşıdığını yeniden hatırlatıyor. Her çalınan obje, bir dönemin estetik anlayışının, teknik bilgisinin ve tarihsel belleğinin sessiz bir tanığıydı. Ve uzmanların da söylediği gibi: Bu tanıklar bir kez kaybolduğunda, çoğu zaman geri dönmüyor...