NİKOL BASOĞLU / [email protected]
Alaçatı deyince hemen taş evler belirir gözümün önünde. Ama şimdi çoğunlukta olan yapay taştan yapılmış saçma villamsı şeyleri düşünmeyin taş ev deyince. Gerçek olanları da restorasyonu bilmeyen kişilerin elinde NASA binalarına dönüyorlar. Bu saçma restorasyonlar yüzünden Alaçatı caddelerinde gezerken uzay mekiğinden çıkan laik Mualla Teyze’yle karşılaşabilirsiniz. Yine de bazı şirin taş evleri, rengarenk camları, daracık dökme taş sokakları, yazın ilaç gibi gelen rüzgarı, temiz havası, yosunlaşmış taş duvarlı bahçelerden gelen manolya kokusu, evlerin önündeki sardunya saksıları, her yerde karşıma çıkan enginar çiçekleriyle hem bizden hem de değildir Alaçatı. Bana sanki Mykonos’un küçük kız kardeşi gibi gelir.
Doksanlı yıllarda Yugoslav göçmenlerinin yaşadığı küçük bir kasabayken bir anda keşfedilip turizme kazandırıldı. Tabii biz kazanırken doğa da kaybediyor. Tıpkı Göcek ve Dalyan’da olduğu gibi. Akşamları dalganın sesi sakız ağaçlarına çarpıp kulağınızda hoş bir fısıltı yaratır. Çeşme’nin en iyi rüzgar alan üç noktasından birisidir burası aynı zamanda. Sakız Alaçatı’da her yerden çıkar. Sakızlı Türk kahvesi, sakızlı muhallebi, sakızlı dondurma, sakızlı musakka, sakızlı pide, sakızlı bikini, sakızlı telefon... Böyle uzar gider.
Geceleri 25cm topuk giymiş engebeli yollarda debelenen siyahi renkli İstanbullu kızlar görürsünüz. Yahu matematik var, fizik var. Sen o ayakkabıyla o dar ve engebeli yolda yürüyemezsin. Lakin pancar renkli güzellerimiz momentum ilkelerini deneysel olarak test etmek için kendini feda eder, 10 dakikada bir birinin üzerine düşerek momentumu sokağa taşırlar. Aslında genel trend burada Bodrum’dan daha salaş giyinmek. Daha deneyimli Alaçatılı olanlar daha hippi tarz giyiniyor. Desenli şort ya da pantolon üzerine tişört ya da efil efil bir sade elbise altına sandalet ya da terlik bu coğrafya için daha uygun. Akşam rüzgarları için üzerinize kot bir mont ya da bir hırka da iyi olabilir.
Alaçatı’da neredeyse her mekan çok dolu yaz mevsiminde. O yüzden oturacak bir mekan bulmak ve lezzetli yemek denk getirmek biraz zor. Bazen kalabalığa teslim olup neresi denk gelirse oturmak zorunda kalıyorsunuz. Asma Yaprağı’na iki yıl önce neredeyse her arkadaşım tek bir ağızdan “Gitmelisin” demişti. Ben de her yaz gittiğimde oraya mutlaka uğradım, hatta bu yılki kötü deneyimime kadar favori mekanımdı. Cuma günü uçağımız akşamüstü varınca İzmir’e, rezervasyonumuz olmamasına rağmen erken saatte gidip şansımızı deneyelim Asma Yaprağı’nda dedik. Saat 7 civarı gittiğimizde her masa boş olmasına rağmen “Rezervasyonunuz olmazsa oturamazsınız” dediler. Aslında haklılar oturamayız lakin biz 40 dakikada hızlıca yer gider ve size sorun olmayız dedik ama genç işletmeci arkadaşa anlatamadık. Bize sürekli 8’deki rezervasyon erken gelebilir dedi. 120’si birden mi dedik. Yine olmadı. Belli ki saat 8’e kadar kimseyle uğraşmak istemedi. Bu tür yerlerde işletmelerin belli bir esnekliğe sahip olması gerekir. 120 kişinin tam 8’de gelmesi mümkün değil. Kaldı ki diyelim hepsi birden geldi zaten rezervasyonu saat 8’de. O saate kadar beklemeli. Ya da beklemeyi yadırgamamalı. Aslında Asma Yaprağı’nın sahibi her masayla ilgilenen birisidir en azından ilk yıllarda öyleydi. Gözlerim onu aradı ama bulamadım. Üzgünüm ki ergen işletmecilerin elinde kaybolan mekanlardan biri olabilir burası. Kısa değil uzun vadede düşünmek doğru olan metot. İşletmecilerin anlık durumlarda çözüm üretebilmeleri lazım uzun soluklu olmak için.
Tekrar başladık yürümeye. Alaçatı’yı bilenler bilir eski Yaya Restoran vardır. Küçücük bir dükkandan içeri girdiğinizde sizi kocaman bir avlu ile karşılar. Dışardaki görüntüsünden beklenmeyecek bir ferahlığa sahiptir. Burası artık Ferdi Baba Balıkçısı olmuş. Kapıdaki hanımefendiye rezervasyonumuz olmadığını ilettik ve hemen yemek yiyip kalkacağımızı belirttik, kendisi de her normal ve müşterisine saygı duyan işletmede olacağı gibi 8.30’ta rezervasyonu olan bir masaya bizi alacağını ve misafirler geldiğinde duruma göre kalkmamızı veya yerimizi değiştireceğini belirtti ve biz yerimize geçtik.
Her işte bir hayır varmış derler ya biz o akşam Ferdi Baba’ya gittik diye o kadar mutlu olduk ki, tereyağsız/mayasız/şekersiz bir diyette olduğum için bu hafta çok seçici bir dönemdeyim, her yemeğin nasıl piştiğini ve içinde ne olduğunu araştırırken yemek yemeyi unuttuğum bile oluyor. İyi ki de oluyor. Ferdi Baba’nın servis elemanları benim sorularımı sabırla dinleyip yanıtladılar ve hatta yardımcı olup karışık yeşillik salatası, 3 çeşit börülce, kabak çiçeği dolması, tereyağsız kısır ve bezelye salatasını önüme getirdiler. Girişe yerleştirdikleri meze barını kesinlikle görüp, mezeleri tatmalısınız. Mezeler hem detoksa uygun hem de bu kadar lezzetli olunca ara sıcak ve balıklardan da tatmalı dedik. Tabii benim tatmalar bazen biraz abartılı olsa da kontrolü bikini mevsimi nedeniyle elden bırakmadım.
Afiyet olsun...